1 Nisan 1987 Tarihli Commodore Gazetesi Sayfa 40

1 Nisan 1987 tarihli Commodore Gazetesi Sayfa 40
Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

Bir Öykümüz Var inip kalkan sürüyle küçük manivelanın takırtısıyla doldu; aynı anda kitap sayfaları kontrol panelinin sağ yanındaki Bir delikten kaymaya, alttaki sepete düşmeye başladı. Hızla kayıyorlardı, öyle ki yarım dakika dolmadan iş bitmişti. Kâğıtların arkası kesildi. “İşte!” diye haykırdı Knipe. “Buyurun öykünüzü!” Sayfaları kaparak okumaya başladılar. İlk sayfada şöy- le yazıyordu “'Aıfkjmbsaoegweztpplnvoqudskıgt ve, fu- tyuiolkjhgfi periutrehdjkgmvnb, wmsuy...“ Öteki sayfalara baktılar. Hepsinde hemen he- men aynı üslup sürüp gidiyordu. Bay Bohlen avaz avaz ba- ğırmaya başladı. Genç adam onu yatıştırmaya çalıştı. “Bir şey yok efendim. Gerçekten. Ayarını biraz düzelt- mek gerekiyor, o kadar. Bir yerde yanlış bir bağlantı var yalnızca. Bu odada üç yüz elli bin metreyi aşkın bir kablo yığını olduğunu unutmayın sakın. İlk deneyde her şeyin pü- rüzsüz gitmesini bekleyemezsiniz.”” “Çalışmaz bu makine,” dedi Bay Bohlen. “Sabırlı olun efendim. Sabırlı olun.”” Adolphe Knipe neyin aksadığını araştırmaya koyuldu, dört gün sonra ikinci deneye hazır olduğunu bildirdi. “Çalışmaz bu makine,” dedi Bay Bohlen. “Olmayaca- ğını biliyorum.”” Knipe gülümsedi, Reader's Digest yazılı düğmeye bastı. Yine indirdi şalteri ve oda yine o garip, heyecanlandırıcı vınlamayla doldu Daktiloyla yazılmış bir sayfa delikten kayıp sepete düşt “Gerisi nerede"” dıye haykırdı Bay Bohlen. ““Durdu işte! Yine bozuldu!” “Hayır efendim, bozulmadı. Tam istendiği gibi. Digest için bu yazı, anlamıyor musunuz? Bu kere yazı şoyle başlıyordu Gunumuzdekaçkışıçagı— nenkork 5 t ü . Kİ ae Te b vardıracaba...” V.b. “Saçma sapan bir şey!”” diye haykırdı Bay Bohlen. “Hayır efendim, çok iyi. Anlamıyor musunuz? Yalnız- ca sözcükleri ayıramıyor. Düzeltmesi çok kolay. Ama ya- zıya diyecek yok. Bakın Bay Bohlen, baksanıza! Yazıda kusur yok, yalnız sözcükler bitişik yazılmış.”” Doğruydu. Birkaç gün sonraki deneyde hiçbir şey aksamadı, yazım kuralları bile. Ünlü bir kadın dergisi için geçtikleri ilk öy- kü, zengin patronuyla arasını düzeltmeye çalışan bir deli- kanlının başından geçen olayları anlatan düz bir öyküy- dü. Öyküdeki delikanlı, olay öyle gelişiyordu, bir arkada- şıyla anlaşıyor, zengin adamın kızı bir gece arabasıyla eve dönerken onun kızın yolunu kesmesini sağlıyordu. Sonra kendisi oradan bir rastlantı sonucu geçerken arkadaşının elindeki tabancayı bilek gücüyle alıp kızı kurtarıyordu. Kız, ona nasıl teşekkür edeceğini bilemiyordu. Gelgelelim ba- ba işkillenmişti. Oğlanı sorguya çekiyordu. Delikanlı çö- zülüyor, suçunu itiraf ediyordu. Baba, delikanlıyı evinden kovacağına girişim yeteneğine hayran kaldığını belirtiyor- du açıkça. Kız da onun dürüstlüğüne hayran, ayrıca yakı- şıklılığına hayran zaten. Baba, delikanlıyı şirketinin Mu- hasebe Müdürlüğü'ne getireceğine söz veriyordu. Kız da onunla evleniyordu. ““Müthiş bir öykü Bay Bohlen! Tam ıstendıgı gibi! ”” ““Bana fazla duygusal geliyor oğlum ““Hayır efendim, çok satacak bir oykubu gerçek bir öykü çok satar.” Heyecanını bastıramayıp hemen altı öykü daha geçti Adolphe Knipe. Hepsi de, nedense biraz açık saçık çıkan bir tek öykü dışında beklenene tıpatıp oturuyordu. Bay Bohlen yumuşamıştı artık. Kent merkezinde bir ede- biyat ajansı kurmaya, ajansın başına da Knipe'ı getirme- ye razı oldu. Birkaç hafta içinde bu tasarı gerçekleşti. O günlerde Knipe ilk bir düzine öyküyü postaladı dergilere. Dördüne kendi imzasını, birine Bay Bohlen'inkini koydu, geri kalanlara uyduruk imzalar attı. Öykülerin beşi hemen kabul edildi. Bay Bohlen'ın im- zasını taşıyansa editörden gelen şu mektupla geri çevrildi: ““Gerçekten usta işi bir öykü bu, ne var ki tam anlamıyla tamamlanmış izlenimi vermedi bize. Yazardan yeni öykü- ler beklemekteyiz...'”' Adolphe Knipe, bir arabaya atlayıp doğru fabrikaya yollandı, aynı dergi için bir öykü daha geçti makineye. Yine Bay Bohlen'ın imzasıyla ve öyküyü hemen postaladı. Öykü dergice satın alındı. Para akmaya başlamıştı. Knipe, yavaş yavaş, ölçüp bi- çerek artırdı verimi, altı aya kalmadan haftada otuz öykü üretiyor, aşağı yukarı yarısını satıyordu. Edebiyat çevresinde verimli, başarılı bir yazar olarak ün- lenmeye başlamıştı. Gerçi Bay Bohlen da ünlüydü ama Kni- pe kadar saygın değildi tabii, kendisi o kadar incesini bil- miyordu. Bu arada Knipe, umut veren genç yazarlar adı altında bir düzinelik bir kadro yaratmaya uğraşıyordu. Her şey yolundaydı. Tam bu noktada makineyi roman da yazmak üzere ayar- lamak kararlaştırıldı. Edebiyat dünyasında yeni ödüller pe- şinde koşan Bay Bohlen, Knipe'ı bu zor görevi üstlenme- ye zorluyordu. “Bir roman yazmak istiyorum,” man yazmak istiyorum. **Yazacaksınız efendim. Elbette yazacaksınız. Yalnız lüt- fen telaş etmeyin. Çok karmaşık bir ayarlama işlemi yap- mam gerek.” *““Herkes bir roman yazmam gerektiğini söylüyor,” di- ye haykırdı Bay Bohlen. *““Ne kadar yayıncı varsa peşim- de, artık saçma sapan öykülerle oyalanmamam gerektiği- ni, gerçekten önemli bir iş çıkarmamın zamanının geldiği- ni yalvara yakara anlatmaya çalışıyorlar. Önemli olan tek şey romanmış dediklerine göre.'”” *““Roman işine de gireceğiz,'' dedi Knipe. *“Canımızın çektiği sayıda roman yazacağız. Yalnız sabırlı olun lütfen.”' “Şimdi beni iyi dinle Knipe. Ben ciddi bir roman istiyo- rum, hepsini sultada durduracak bir roman yazmak isti- yorum. Son günlerde altına imzamı koyduğun tür öykü- lerden bıkıp usanmaya başladım. Doğruyu söylemek ge- rekırse, benimle dalga geçip geçmediğinden pek emin de- ğilim "Dalga geçmek mi Bay Bohlen?” “En iyilerini kendine saklıyorsun, baştan beri böyle bu.” “Yapmayın Bay Bohlen! Asla!” *O yüzden bu kere yuksek düzeyde, entellektüel bir ki- tap yazmak istiyorum. Anlıyorsun, değil mi?” “Bakın Bay Bohlen. Yeni yapacağım düzenlemeyle istedi- ğiniz her tür kitabı yazabileceksiniz.” Dediği doğruydu Knipe'ın, çünkü birkaç ay içinde, yal- nızca makineyi roman yazımına göre ayarlamakla kalma- mış, yazarın gönlünden geçen herhangi bir olay-örgüsünü ve yazım üslübunu önceden seçmesine olanak tanıyan akıl almaz bir yeni denetleme sistemi kurulmuştu dehasıyla. Ma- kinede o kadar çok ayar düğmesi ve manivela vardı ki, dev bir uçağın kontrol tablosunu andırıyordu. Yazar, önce ilk sırayı tutan belirleyici düğmelerden bi- diyordu habire. ““Ro- 40

Bu sayıdan diğer sayfalar: