Saatlik sayfa görüntüleme limitine ulaştınız. 1 saat bekleyebilir veya abone olup limitinizi yükseltebilirsiniz.
29 Eylü Imrallıda mahkümlâr arasında: Cemiyete f yetiştiren * Mahküm bir balıkçı: “İmkân olsa burada konserve fabrikası yaparız,, diyor. Islâhıhal etmiş insanlar kendilerine gösterilen emniyete lâyık bir surette hareket ediyorlar aydalı insan hapishane * * Mahkümlar imralide mahkümlar arasındayız. 'İçlerinden biri anlatıyor : — Ne yaparsın? Olan oldu. Bir defa işledik. Sarhoşluk birşey dinler mi?,. Soruyorum: i — Kaç senen kaldı ? Birçok kere tekrarlamış olacak ki, pek çabuk söyliyiverdi : — Dört buçuk senem. Belki de en acı tarafına dokunmuş- tum. Mevzuu değiştirdim. — Nerelisin ? — Bana, Mudanyalı Balıkçı Ahmet ' derler. Yerimiz pek yakın ama, ne gele- biliyorlar, ne de gidebiliyoruz. Ne ya- parsın, çekeceğiz. : — Öyle anlaşılıyor ki, 7 - 8 senedir “yatıyorsun. Çoluğun, çocuğun var mı bari? Mahkümlardan balıkçı Ahmet di dokuzuna bastı. Haber geliyor, Mu- danya mektebinde okuyormuş.. — Onları özlüyor musun? — Özlemez olür muyum? Merakta- yım bile... Bizimkiler fakir çocuğu na- Bıl okutacaklar bilmem? — Sen merak etme, Devlet okutur onu. Buradaki yaşayıştan — menun mu - sun ? Cevap veriyor : — Ben Bursa hapishanesinde - yatı- yordum. Buraya gelince rahat ediver - dim. ; Tekrar sordum : — FEksikleriniz neler ? Gene en nâzik taraftan sual açmış- tım. Çünkü mahküm derin derin içini çekti ve : — Burada çok serbestiz. İstediğimiz saatte çıkıyor, tekmil adayı dolaşabili- yoruz. Hattâ yaz günleri koğuşa bile girmiyoruz. Başını Mudanya tarafına çevirip tek rar bana baktıktan sonra : — Herşey iyi hoş ama, köyde ol - sam, akşama kadar çalışır, akşam olun- saz dinliyorlar ca da çoluğum ve çocuğumun arasında bacaklarımı uzatıp bir cigara tellendire bilsem.. Mahküm sözlerinde çok samimi idi. Bülbül öyle değil midir? Altın kafesi yaldızlı odaları bir anda terkeder, ça- lılar otlar arasına koşar. Ah hürriyet.. İnsan böyle zamanda onu daha çok özlüyor. Öyle değil mi - dir ki? Hasta olmayınca sıhhatin kadri ,bilinmez. : Mahküm devam etti : — Ben balıkçıyım. Mudanyada iken (ağlarım ve balıkçı kayıklarım vardı. İş- te benim de ön büyük zevkim, onlardır. Burada konuşması yavaşladı: — Hem ne kadar iyi olurdu. Şura - icıkta sekiz on tayfalık bir balıkçı kayı- gım olsa... Alimallah dünyanın balığı- ju - tutarım, Barbunya, sardalye, uskum ru ve istakoz.. Hepsi buranın denizin - de mevcut. Müjdeledim : ; — Yakında onu da yapacaklarmış. ,Bize söylediler. Gözleri parladı : — Biz de duyduk. Beşyüz liralık bir ,masrafla ben burada gayet güzel bir ağ düzerim. Tayfalarımı hazırlar, omla- rı yetiştirir ve denize açılırım. Bizim Ahmet dalmıştı, dokunmadım. O da devam etti : — Dünyanın balığını tutarım. Bize yettiği gibi burada tuttuğum balıklar- Ja mükemmel bir konserve fabrikası yapılır. Dişarıya da satarız. Yürüyerek denizin kıyısına kadar gel jmiştik. Hemen yanımdan ayrıldı. İske- leye doğru yürüdü. Ve bir ipi çekerek ,denizde bağli yedi sekiz okkalık bir is- ,'takoz meydana çıkardı. .ğiniz o nefis barbunyaları da siz tuttu- 'nuz ? — Elbette,. Kendi elceğizimle.. Bu aralık yanımıza birkaç mahküm ,(daha gelmişti. O : — AÂman, dedi. Bizim anlattıkları - kın... Sonra herkes gelmek ister, bizim jrahatımız kaçar. Şurada dört beş sene- imiz kaldı. Onu bari şu rahatlık içinde bitirelim. Mahküm bu sefetr birkaç ay evvelki bir hâtırasını anlatmağa başladı: — Geçenlerde buraya hapishane mü fettişi gelmişti. Burada kâldı. Onu 'gö- türmek lâzım gelince, iş bana düştü. Ve şu gördüğünüz sandala müfettişi oturt- tum. Küreklere yapıştım. Onu çabuücak Mudanyaya vapura yetiştirdim. - Bizim bildiğimiz mahküm, eli kelep- İçeli, arkasında müsellâh bir jandarma.. ,Ankara caddesinden geçer, Bunlar ise.. Yiyip içiyorlar, koşup oynuyorlar ve çalışıyorlar. - Bu aralık aklıma müfettiş Mutahhar Başoğlunun bir hâtırası geldi : «Edirne hapishanesini tesise karar verince, burada çalışanlar- |dan ikisinin oraya gönderilmesi karar- laşmış. Ve götürülmek üzere Denizle Atilâ adındaki iki mahküm seçilmiş.. Fakat en mühim bir mesele gelmiş çat- — Demek yemekte bize ikram etti- | ;mızı ballandıra ballandıra yazmayın sa | yeni şekilde | SON POSTA -— Sayfa —?7 Moris Torez Fransız Komünist Fır- kası umumi kâtibidir. 1898 de Fransa- nın şimal eyaletlerinden Normandide doğmuştur. Babası bir maden amelesi idi. Kendisi de küçük yaşından beri madenlerde amele olarak çalıştı. Âyni zamanda kültür kabiliyetini de bizzat yükselterek, büğün Avrupada iktısadi bahislerde en salâhiyet sahibi adamla- rın arasında anılacak dereceye çıktı. Torez dünyada «Halk cephesi» fikri- ni ileri atan adamdır. Bu fikrin ne ka- dar müsbet ve ne derecede kabili tat- bik olduğu, bütün dünya demokrat - ları ve halk teşekkülleri tarafından ka- bul edilmesile sabittir. Mavi gözlü, geniş omuzlu, boylu bos- lu bir insan olan Torez, ayni zamanda iyi bir hatip olmakla da maruftur. Düş- manları oönün için : — Torez tam bir Fransızdır. Tam bir halk çocuğudur. derler. Bununla * beraber icraatını daima mahrem tuttuğundan Torezin alâkayla takip edilen en küçük hareketlerine bi- le esrarengiz bir mahiyet ve ehemmi- yet verilmektedir. Vapur navlunları Vapur acentelerinin ticaret emtia- sı naklinde yaptıkları tenzilât tacirler- ce az görülmüş ve bu defa da Ticaret Odasına şikâyetler vâki olmuştur. Oda bu şikâyetleri tetkik etmektedir. * BC L a L L LAĞ mış.. Bunlar, elleri kelepçeli olarak mi gönderilecek? Uzun bir tereddütten sonra elleri boş olarak gönderilmesine karar verilmiş, _ Mutahhar bu sıralarda İstanbulda i- miş. Bir gün Ankara caddesinden iner- ken karşısında kendisine doğru elini ko lunu sallıyarak gelmekte olan bu iki mahkümu görmüş. Yanlarına sokul - muş: — Hayır ola, yalnız mı gidiyorsu - nuz ? Onlar : — Evet demişler, rıhtıma çıktık. Jan- darmalar öteki mahkümlarla kalarak bize : — Siz haydi gidin, dediler. Biz de Sultanahmetteki — hapishaneye teslim lolmağa gidiyorduk. Demek bu iki mahküm elini kolunu sallıyarak hapishaneye gidecek, kapı- yı vuracaklar ve : — Biz geldik, diyecekler.. Nitekim de öyle olmuş, Şimdi bu iki mahküm Edirne hapisanesindelermiş ve oranın ıslahı işlerinde şeflerine yardım ediyorlarmış. Ahmede sordum: — Eğlenceleriniz nelerdir .? Güldü ve : — Düğün alayı.. — Bu nasıl şey ? — Basbayağı.. Bizim bir kara oğla: dan birini oturtur, davulla zurna ile ge- lin almağa gideriz. — Bu-höş. Ya cezalarınız ? — O da var. Elini yakındaki tepeye doğru - kaldır- di : — Şu tepeyi görüyor musun? Bize ce za odur işte. Yani oraya gidip gelmek. 'Daha başkası da vardır. — Nedir ? — Kelebek avlarız. Cezalandırılan kimse adedi malüm kelebek avlamağa mahküm edilir. Ve o da nmiütemadiyen köşar dürür. A j İzzet KOLAY nımız vardır. Yani merkebimiz, - Onu| süsler, püşler, üzerine de arkadaşlar-. Tarihten sayfalar: -« Kaçan kurtuluyor... ğına “ İdamına ferman Hasan Paşa teravih namazındaydı. Uşağı Şaban safların arasından geçerek yaklaştı. Onun kula- verildi geliyorlar. ,, dedi Eskiden devlet adamları arasında gençlikten veya çocukluktan kalma dargınlıklar gittikçe büyür ve yaman bir düşmanlık haline girerdi. Bu yüz - den sarayda dostları veya akrabası o- Janlar, daha ziyade saray kadınlarile müsahiplere intisapları bulunanlar düş- ,manlarını çekiştirirlerdi. En küçük bir fırsatı kaçırmazlar, düşmanlarının ö - lümüne çalışırlardı. Böylelikle gerek Anadoluda ve ge - rek Rumelide bir valinin veya beyfer- beyinin halka karşı şiddetli davrandı - (ği, rüşvet aldığı haber alınırsa hemen idamı cihetine gidilirdi. Valilerin de he- men hemen hepsi bu hali bildiklerin - den saray mensuplarına ağır hediye - ler göndererek taraftar kazanmakla be- raber az zamanda büyük para sahibi olmga çalışırlardı. Bir valinin yerine gönderilen yeni - sinin elinde oraya tayinine dair fer - mandan başka eski valinin idamına dair ferman da bulunurdu. Bu ferman- lar hemen hemen daima gizli tutulur- kimiyet sahibi olarak koca bir vilâyeti dilediği gibi idare eden valiler bir gün veya gece, konaklarında iken ansızın etrafı sipahiler veya yeniçeriler sarar- dı. Yeni vali yanında bir cellâtla girer eskisini boğdurur, kendisi onun malı- na ve konağına çökerdi. Idama mahküm valilerden, çok açık- göz davrananlar bazan kaçabilir ve kur- tulurlardı. i Bunlardan bir tanesi 1634 de Bosna valisi bulunan sabık kaptan hattat Ha- san Paşadır. Hapan- Paşa; sarayda hademe iken, Toraman Hasan adında bir Darüssaa- |de ağası aklından zoru olan Sultan Mustafanın saltanatını kurtarmak: için (Devamı 9 uncu sayfada) Benim kahvemin Kabahati ne? olmuş. Bu karar şöyle hülâsa edile bilir: helerden gayri sıhhi olanlarını sıh hileştirmek için bu gibi müessese üç buçuk metreyi kabul etmek..» kuyucumuz - da bu. şekilde düşün yor ki: —. Benim de küçük bir kahveha far alçak olduğu için bir yerde l. Binanın - geri çekilmesine Akşehirde Ahmet Altan imzasile bir mektup aldık. Sahibi tahsil mü- nasebetile bir müddettenheri mem- leketinden uzakta yaşıyormuş, Ge - çende ailesini ziyaret etmek üzere dönmüş, döndüğü zaman da beledi- yenin Verdiği bir karardan haberdar — «Memilekette mevtut kahveha- lerde zemini çimento yapmak, bo - yanması icabeden yerlerini boyat - mak, tavanı olmıyanlara tavan yap- tırtmak, asgari yükseklik olarak ta Bu karar memleketin lehindedir. çünkü bir defa nüfus kesafetine gö- readedi fazla olan kahvehaneleri elz- siltmeye yarıyacak, öte taraftan- da geriye kalanları sıhhi bir hale getir- meye yardım edecektir. Esasen 0- mektedir. Ve görüşüne göre tavan ir- tifar noktasında bazı ölçü yanlışlık- ları olsa bile belediyenin kararı he- yeti umumiyesi itibarile tatbik edil- miştir. Fakat işte bu sırada kendisini şikâyete sevkeden bir mesele hâdis olmuştur. Okuyucumüz hulâsatan di- nem vardır. Kararm icabıni yaptırt- mak üzere belediyeye müracaat ede- rek müsaade istedim. Tavanının irti- vermediler. Yükseltmek teklifinde bulundum, o zaman da genişletilmesi lâzım gelen bulunduğunu öğrendim. razıyım. Fakat maalesef şehir plânı ' henüz kat'i şeklini almadığı için yeni inşa- ata müsaade edilmiyor. Belediyenin bütçesi müsaid değii, istimlâke geçi- lemiyor, garib bir vaziyette kaldım. Binayı kahve olarak kullanmak mümkün değil, tâmir ettirmek müm- kün değil, satmak mümküun değil, yıkıp yenisini yaptırtmak mümkün değil, ben ne yapayım?.» yi * Buna benzer vaziyetler ara sSıra İstanbulda da görülmez değildir. Eb- -- füiye kanununa ğgöre belediye inşaata - müsaade vermemek, başlanmıs ola- nını durdurmak, yolu açmıak, geniş- liği ve yüksekliği tayin etmek hak - kına maliktir. Okuyucunuzun hu - susi vaziyeti ve hakkında alınan ka- rar kanunun belediyevye verdiği bu müsaadelerin haricinde ınidir, bil - miyoruz, elimizde vesika yok, hü - küm yürütemeyiz. Fakat bizzat alâ- kadar bu fikirdeyse kaymakama, kaymakam vasıtasile kaza meclisi- ne müracaat edebilir, oradan alacağı - «hükmü vilâyet nezdinde istinaf et - mek, onu da beğenmezse Dahiliye liktir. İhtiyar edeceği diğer bir yol vardır ki o da doğrudan doğruya rıîğ— halli mahkemeye müracaal ederek belediye aleyhine dava açmaktır. Hakkı varsa hakkımı aramalıdır, gençtir, tahsil görmüştür, bunu ya- - pabilir. Diğer taraftan memleketi dü- —_ş.-%ündüğü görülen beledivenin bir va- tandaşını da ihmal etmiyeceği üşis kârdir, bunu da ondan bekleriz, ve kendisine hatırlatırız ki bu gibi va- ziyetlerde, şehir plânı yapıldığı za- man eski haline getirmek teaahüdü mukabilinde, zamanla maksur müsaade vermek usulü vardır, (du, Büyük bir nüfuz ve mutlak bir hâ- Vekâletine başvurmak hakkına ma-