Son Posta 29 Eylül 1936 sayfa 9 | Gaste Arşivi

29 Eylül 1936 Tarihli Son Posta Gazetesi Sayfa 9

Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

Kahramanlık, aşk, hoycan ve cerıı KORSANIN KIZI Yazan ; Kadircan Kaflı Son Posta'nın tarihi tefrikası Mansur kardinal Merkandoya bak- tı. O bu telâş arasında soğuk kanlılı - ğını muhafazaya çalışıyor, hattâ mih- rabin sol tarafındaki dua odasına ve oradan da arka kapıdan dışarı çık - mayı tasarladığı belli oluyordu. Mansur bir şey söylemeden valiyi göğsünden itti: — Çekil önümden! Diye bağırdı. Marki dö Gomar hem kuvvetli hem de iri bir adamdı. Mansurun yumruğu ona hafif gelmişti. Kardinal ise kaç - mak için sola dönmüştü. Mansur elini beline götürdü. Ora - dan bir tabanca çekti ve Marki dö Go- marın göğsüne boşaltarak homurdan - dı: — Sen de bu hesaba gir, alçak... Ortalık büsbütün karıştı. — Bir haydud... Valiye koşun. Vali vuruldu... Sesler ve bağrışlar ortalığı daha çok karıştırmaktan başka bir şeye yaramı- yordu. Mansur yere yıkılmak üzere salla - nan valiye son bir yumruk attıktan sonra mihraba doğru atıldı. Kardinal onun yaptıklarını ve kendi üzerine de geldiğini çok iyi görmüş - tü. O da:sola ve dua odasına doğru koştu. Mansur tam kapıyı kapıyacağı sıra- da yetişti ve omuz vererek arkasından daldı .İçeriden bir inilti, bir küfür... Bir homurdanma duyuldu. Ağır bir vücudün yere düşmesinden çıkan bir ses işitildi. Marki dö Gomar son nefesini verir- ken bile mihrab tarafına bakıyordu ve dua odasını göstererek: — Orada... Oraya girdi... tutu « nuz!| Diye zabitlere emir veriyordu. Jan Portondo hepsinden önce kılıcı- nı çekti, valinin gösterdiği tarafa koş- tu. Fakat dua odasında kardinal Mer- kandonun kanlar içinde can çekiştiği- ni gördü. Kardinal son nefesini vermek üze- reydi. Oradaki küçük bir kapıyı gös- terdi: — Oradan... Oradan gitti... Bu kapı daracık bir koridora çıkı - yordu. Bu koridorun ucunda ise kili « senin arka kapısı bulunuyordu. * —ü — DENİZDE YANARDAĞI... Barselonadan bakıldığı zaman görü- len ufuk çizgisi üzerinde küçük ve ka- ra bir nokta vardı. Eğer ona yaklaşıla- cak olursa bir sandal ve içinde de baş- larına kırmızı çevre bağlamış olan iki levend bulunduğu görülecekti. İspanyol gemisi Barselon limanın - dan çıktığı zaman sandaldaki iki Türk levendinden biri diğerinin kolunu tut- tu: : — Görüyor musun? Bu;, sanırım ki beklediğimiz gemidir. Diğer arkadaşı güneşin ışığı göz - lerine vürmasın diye avuçlarını kaşla- rının üstüne siper ederek gösterilen yere dikkatle baktı. Sonra: — Ta kendisi... Hem de ağzına ka- dar dolu... Diye cevab verdi. — Haydi Reise haber verelim.. — Haydi. İkisi de küreklere yapıştılar .Biraz sonra da yelkeni açtılar. Bir mil kadar ötede duran Türk ka- dırgasına doğru hızla gidiyorlardı, İlyas Reis kıç kasara üzerinde ve a- yakta duruyor, ne zamandanberi göz- cülerin dönüşünü bekliyordu. Ayni zamanda dört tarafa bakıyor, bir düş - — ,Man gemisi tarafından görülüp de ha- -— ber verilmesin diye dikkat ediyordu. Henüz Türk donanmasının gittiği her tarafa yayılmadığı için gemiler bura- lara gelmiyorlardı. Korsika tarafından »görünen bir gemi ise Türk kadırgasını uzaktan görür görmez gerisin geriye kaçmıştı. İlyas Reis onu kovalamayı bir an bile düşünmemişti. Leventlerin getirdiği haber İlyas Reisi sevindirmişti. Çünkü o Don Al- fonso'nun o gün Valansiyaya doğru hareket edeceğine dair verilen kararın değişmesi ihtimalinden korktuğu ka - dar hiç bir şeyden korkmuyordu. Çün- | kü bugünkü fırsat binde bir ele geçen fırsatlardan biriydi. İlyas Reisin bu düşünceleri arasın - da Küçük Alinin garib vaziyeti de baş- ta geliyordu. Bu genç kız kimdi? Sadece harbet- mek için mi gemiye girmişti. Nasıl da belli etmemişti? Onunla ilk tanıştığı zamandanberi olup geçenleri düşünüyor, Küçük Ali- nin yelkenleri pek güzel tamir edişini, kaba işleri yapamayışını gözünün ö - nüne getiriyor, hattâ ona bir defa: — Seni anan yanlış doğurmuş. Kız olacakmışsın sen!.. Dediğini bile hatırlıyordu. Düşündükçe Küçük Alinin kıymeti artıyordu. Bu kadar cesur bir kıza hayatında hiç rastlamamıştı. Bütün Türk kadın- 'da onların yiyeceklerini Numara : 84 ları erkeklerinin harbettiği zamanlar - hazırlamak, öte beri taşımak, yaralarını sarmak gi- bi işlerde yardım ediyorlardı amma, bunlardan birisinin böyle saçlarını ke- serek ve erkek elbisesi giyerek bu ka- dar leventleri ve Reisi aldatacağını, sa- vaşlara gireceğini hiç düşünmemişti. O zamana kadar hiç bir kadına ve kıza karşı bağlantı duymıyan İlyas Reis bu genç kızı takdirle anıyordu. Onu bir an önce düşmandan kurtarmak, ya- kından ve tekrar görmek, kim oldu - ğunu anlamak istiyordu. Bunun için avını kaçırmamaya çok dikkat ediyordu. Leventler güverteye alındı. Sandal yedeğe bağlandı. İlyas Reis, grandi di- reğinin ip merdivenlerine tırmandı. Çanakhgğa ve daha sonra direğin en te- pesine çıktı. İspanyol gemisi görünmüyordu. Uf- kun ardında kalıyordu. Koca Aliye seslendi: — Kürek çek... Kıyıya doğru... Ya- vaşl.. İlyas Reis Korsika akınından son - ra Hayreddin Beyin ona hediye ettiği dürbünle ufkun arkasını araştırıyor- du. (Arkası var| ——0 —a Tarihten sayfalar (Baştarafı 7 inci sayfada) şehzadeleri öldürmek isteyince, ken - disi daha erken davranmış, Toraman Hasanla arkadaşlarını — öldürmüştü. Genç Osman ve dördüncü Murat ta kurtulan şehzadeler arasındaydı. Bu yüzden Hasan Paşa birdenbire yük - selmişti. Hasan Paşa Bosna valisi iken ora - daki bir kaç zengin adamı onu çeke - mediler. Bosnalı bir tüc-arın oğlu olup dördüncü Muradın müsahibi olan si - lâhtar Mustafaya gizlice haber yollı - yarak bir çok yolsuzluklar yaptığını ileri sürdüler. Mustafa vaktile hattat Hasan Paşaya hizmet etmiş ve daha sonra ona darılmıştı. İntikam fırsatını kaçırmadı ve bire bin katarak padişa- ha anlattı. Padişah Bosna valiliği ve Hasan Pa- şanın da idamı için birer ferman vere- rek Süleyman Paşayı hemen gönder - di. Süleyman Paşa bütün valilerin yap- tığı gibi akrabalarını, uşaklarını, sipa- hilerini toplıyarak büyük bir alayla yo- la çılttı. — ©O sırada Hasan Paşanın uşakların - dan Şaban İstanbulda bulunuyordu. Bir gün Esirpazarı civarındaki Boş - naklar kahvesinde tesadüfen bunu öğ- rendi. O da hemen atına bindi ve yola çıktı. Saban iyi ata biniyordu. Fakat Süley- man Paşa ile adamları da pek acele gi- diyorlardı. Saray Bosnaya son konak olan Glasinçe köyünde bir sipahi Sü - leyman Paşa ile eskiden tanışıyordu. Bir gece kalması için zorladı. Şaban da bundan istifade ederek o akşam güneş |Pa battıktan sonra şehre girdi. Hasan Pa- şa konakta yoktu. Ramazan olduğu için camide teravih namazı kılıyordu. Şaban camie koştu. Son cemaat yeri- ne kadar her tarafı doldurmuş olan saf- ların arasından geçti. Secdeye varmış olan valinin kulağına eğilerek: — Süleyman Paşa senin idam ferma- nını alarak geliyor. Çabuk kaç! Dedi. Hasan Paşa hemen doğruldu. Kız kardeşinin evinde saklandı. Süleyman Paşa oraya geldi. Fakat Hasan Paşa kadın kıyafetine girerek kurtulmağa müuvaffak oldu. Orada kendisini emni- yette bulmadığından kadılardan Reis- zade Ali Efendinin evine sığındı. Sü - leyman Paşanın adamları şehri altüst ediyorlardı. Ali Efendinin evine de gel- di. Kadı büyük bir cesaret ve soğuk - kanlılık gösterdi: — Aradığınız adam burada değildir. İsterseniz içeri giriniz. Fakat — divanı İbümayunda vezirler ve kazaskerler ö- İ Ka 1 a İ nünde şikâyet hakkımı muhafaza edi- yorum. O zaman Sultan Muradın ga - zabından bakalım nasıl kurtulursunuz? Dedi. Askerler çekindiler ve gittiler. Hasan Paşa kılıcını beline, 0.. .du sırtına aldı, atına bindi ve dağa çıktı. Dolaşa dolaşa Eflâk taraflarına geldi. Orada bir mağaraya saklandığı sırada bir köylü onu görüp tanıdı. Haber ver- di ve askerlerle birlikte gelmeğe başla- dı. Hasan Paşa farkına vardı. Bir ke - nara saklandı. Ok atarak köylüyü öl - dürdü. Ormanın daha sık yerlerine kaçtı. Bütün kiş, üç ay dağlarda serseri do- laştı. Can korkusile âdeta yabam bir adam olmuştu. Süleyman Paşanın adamları her ta- rafa dağılıyorlar, gidemedikleri yerlere haberler yolluyorlardı. Hasan Paşa bu yüzden en küçük kasabalara, hattâ köylere uğramıyor, kemerinde altınlar olduğu halde bazan günlerce aç kalı- yor, ayazda yatıyordu. Başlı başına bir dehşet ve macera romanı olan bir yolculuktan sonra İs- tanbula geldi ve gene gizlendi. Ken - |disi orada da aranıyordu. ' Padişah Lehistan üzerine gitmek için hazırlanıyordu. Hasan Paşanın kaçırıl- dığını haber alınca Süleyman Paşaya olan kızgınlığını, mümkün olduğu ka - dar asker toplatmak için bahane tuttu ve: — Sen ki Süleyman Paşasın, yirmi binden eksik adam ile gelirsen başın keserim. On yedi yaşından yukarı Bos- na askerlerile gelerek askerle birlikte Edirne sahrasında orduya katılasın!» Diye ferman yolladı. Bu sefer Süleyman Paşa can kaygu-| suna düşmüştü. Padişahın dilediğinden çok asker topladı. Hasan Paşa da Valde Kösem Sultan vasıtasile kendisini kurtardı. Hattâ j ikinci Muradın bu münasebetle: - - — Bir açıkgöz adam imiş. Artık'kı- yamam... Dediği söylenir... Turan Can DOYÇE ORİENT BANK Dreosdner Bank Şubesi Merkesi: Berlin Türkiyedeki şubelerli Galata - İstanbul - Izmir Deposu: İst. Tütün Gümrüğü Y Her türlü banka işl * Malezya Korsanları Malezya yarım adası seferlerini yap- makta olan ince ve beyaz boyalı İpoh gemisindeydim.. kamaram gene- bem- beyaz boyalı ve ferahlatıcı idi.. Hareketten sonra bana viski ikram etmiş bulunan süvarinin yanına çık- tım. Süvari, ziyaretleri, kaptan köprü- sündeki küçük salonda kabul ediyor- du.. Ben girdiğim vakit orada daha dört beş yolcu gördüm. Bunların içinde Kanadalı Katolik Misyoner, Filipin adalarından binmiş ve Bangkok'a giden Siyamlı diplomat vardı.. Bundan baâaşka şen ve güler yüz- lü, ipek elbiseli Javalı kadınla, evli ve balayı seyahati yapan Malezyalı çift te salondaydılar.. Malezyalı karı koca birbirlerine so- kulmuşlar duruyorlardı. Misyoner A- merikadan geliyordu, Bir çok macera- lar atlatmış bir adamdı... : Bir aralık Misyoner süvariye döne- rek şakacı bir sesle sordu: — Şu meşhur Müalezya korsanları bu denizlerden kayboldular mı artık? Kaptan elindeki kadehi bir yudum- da bitirerek cevap verdi: — Yirmi beş yıldır bu denizlerde- yim.. İlk zamanlar İpoh'dan daha kü- çük gemilerle sefer yapardım. Fakat hiç bir korsana rastlamadım. Yalnız u- mumi harp sırasında lâmbaları sönük şüpheli bir gemi tarafından sarıldık.. Fakat bunlar kaçakçıydı. Kan akmadı. Hattâ bizden viski alarak yerine afyon, Çin ipekleri verdiler.. — Demek istiyorsunuz ki artık kor- san yok öyle mi? — Bu taraflarda yok. En son korsan- lar Çin denizine kaçmak mecburiye- tinde kaldılar. Bazan Çin sahillerinde ufak gemilere hücum ediyorlar. - — Tuhaf şey.. Halbuki okuduğum Amerikan gazeteleri bu denizlerde bol bol korsan vak'alarından bahsediyor- lar.. — Onlar eski hikâyelerdir.. Benim Malezyalı dümenci kendi yaşını hatır- lamıyacak kadar ihtiyardır. Gençliğin- den bahsederken beş altı defa korsan- larla çarpıştığını söyler.. Belki kendisi de bir kofsandı.. Fakat şimdi en itimat ettiğim adam odur.. Kaptan bu sırada dümenin başında dimdik duran ihtiyar dümenciye döne- rek onunla Malezya lisanile konuşma- ğa başladı: Nakleden : Faik Beremen — Gevezeliğin zamanı değil.. Rahat dur; veyahut rahat durmasını öğrete- Süvariyi iki kişi tuttu. O: — Ne istiyorsunuz? diye sordu. -. Korsanların şefi sogukkanhhkh Ccü- vap verdi: — Kasayı, silâhları, postayı, para ve mücevherleri, ve bütün yolcuları.. Ve orada duran kadınlara haris bir nazar atfederek: — Hepsi bu kadar değil, dedi. Bu sırada şen yüzlü Javalı kadımn gülmüyordu artık. Fakat korktuğunu da göstermek istemiyordu. Bir taraftan şakayı elden bırakmı«- yan korsanların şefi kadına döndü vet — İsyan arzusunu — gösteriyorsanığ gene şansınız var demektir. Son daki«e kanızda size cesaret verecek bir de pa- pazınız bulunuyor.. dedi. Ş Mürettebattan bir kaç kişiyi bağla-« mışlardı. Yalnız Puloi serbestti; hain ve hoşnut bir tavırla bize bakıyorduk Ne alçak herifmiş.. Dört korsan ceplerimizi boşaltmağa başladılar. Her şeyi alıyorlardı. Saatle- ri, yüzükleri, cüzdanları... Boynunda asılı altın istavrozunu als mak için ellerini uzatınca Misyoner; — Yok, diye bağırdı. Buna dokuna- mazsınız.. O zaman şef sadece: — Birakın!. dedi.. Ve bize dönerel medeni bir tavırla ilâve etti: — Hadi kamaralarınıza gidiniz de neyiniz varsa hepsini adamlarıma ve« riniz.. Fakat hayır.. Kadınlar burada kâlsın.. , Kocasını takip etmeğe hazırlanam Malezyalı yıldırım çarpmış gibi dure du.. — Ben burada yalnız mı kalacağım'i diye sordu. Şef kadının çıplak omuzlarını okşa- yarak: — Ben buradayım ya.. Yalnız sayıl- mazsınız.. dedi. Kadın huadan bir şey anlamıyarak ona baktı.. Kocası tevekkülle şefe bir nazar atfederek sırittı.. — Hayatlarını kurtarsalar onlar için kâfidi. Şef kadına yaklaşarak anlamadığım ğiz ağlıyarak bir ret işareti yaptı. Soti- ra masum ruhundan kopan bir isyan hamlesile korsanın kollarından kurtu- — Söyle baka - lim Suloi: bu e - fendiler Malezya korsanları hak - kında bir şey an - latmanı istiyor - lar. Suloi — dümeni Yarınkî nushamızda : Sağlam Ölüler Yazan : Ahmet Naim larak denize d ru koştu. Şef hal yetişerek o « nu tuttu. Kadı « nın bu hareketi ©- nu müteessir eİ- mişti. Malezyalı « yı adamlarından bırakmadan ce - vap verdi: — Runlar çok eski hikâyelerdir kap- tan; -.catmağa değmez.. Malezyalı ihtiyar nedense hiç bir şey anlatmadı.. X Yemek zamanını beklemek üzere e- lime bir kitap alarak güvertedeki şez- longlardan birine uzandım. Ansızın İpoh dört beş defa acı acı öttü.. Bu tehlike işaretiydi. Derhal yerimden kalktım ve denize baktım. Ön tarafta, yolumuzun üstün- de bir gemi vardı.. Bu aralık kaptan haykırdı: ' — Bunlar deli midir, nedir? Bir ka- za bir felâket çıkaracaklar. - Çekilmeleri için işaret verdi.. Fakat tam bu sırada gemimiz sarsıldı. Bir sa- deme olmuştu. Kaptan seri bir manevra ile tehlike- yi önledi. Tehlikeden sıyrıldığımıza sevinir ve birbirimizi tebrik ederken geminin ar- ka tarâfından gelen bir bağrışma bir gürültü duyduk.. Üstelik üç el silâh da patlamıştı.. Bir şamye sonra, yarı Çıp- lak ve tepeden tırnağa kadar silâhlı a- damlar etrafımızı sardılar. İçlerinden biri: — Eller yukarı!.. diye bağırdı. Münakaşanın sırası değildi. Yanı- mızda silâh olmadığı için itaat etmek- ten başka yapılacak bir şey yoktu. Kaptan belinden tabancasını çekmek üzere davranınca bileğini biri tutarak bozuk bir İngilizceyle: birine teslim ede- rek bir daha incitmedi.. Henüz kan akmamıştı amma facia da bitmiş sayılamazdı.. Bizden bir adamı iki korsan sürük- lüyor ve adamın her tarafından kan a- kıyordu. Bu, kasa' muhafızıydı. Kasayt açmak istemeyince onu bu hale sok « müuşlardı. Şimdi muhakeme eimek Ü- zere şeflerinin yanına getiriyorlardı.. Şef onu istihfafla süzdükten sonrat — Aptal!, diye bağırdı. Sen ki bir Malezyalısın! Şu mel'un beyazlara l'nz— met ediyorsun ha.. Ve adamlarına dönerek: — Hayvan sersemi şu direğe bağla- yın dedi. Ben iyi nişancıyım; onun işi- ni bizzat bitireceğim. Onlar tepinen kasa muhafızını dire- ğe bağlamağa çalışırlarken kaptan kur- tulmağa muvaffak oldu; tabancasını çekerek şefe bir kurşun sıktı. Herif ko- lundan yaralandı. Bu vaziyetten tehev- tabancasile nişan aldı. Fakat süvarinin hareketi hepimizi coşturmuştu; birden korsanın üstüne atıldık ve tabancasıni aldık.. Fakat bu sırada bir sürü kılıcın parladığını görürken sol kolumun biri- si tarafından hızla çekildiğini duy- Arkadaşım şöyle diyordu: — Tatlı tatlı uyuduğunuz khazırlamış.. Haydi davranınız!.. bir lisanla bir şeyler söyledi. Kadınca- _“' vüre uğrayan korsan kaptana dönerek F aai ra'a Bot - T ;ı Ğ için sizi —— uyandırmak istemiyordüm. Fakat ye- meğin ikinci çanı çalınıyor.. Biliyorsu- - nuz ki süvarinin sofrasına davetliyiz; bize Malezya yemeklerinden iki çeşit —

Bu sayıdan diğer sayfalar: