1 Mart 1938 Tarihli Son Posta Gazetesi Sayfa 12

Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

KK & L a N L ekı Profesör SON POSTA —— —— —ii —- Mazhar Obmanın hatıralarından bir yaprak Tevfik Rüştü tımarhanesinde etmediğ S çe hğ“füör Mazhar Osman Uzman anla- *— O zaman, Şişli akliye ve asabiye 3stanesinin başhekimi idim. O sırada, Aalat bey (Talât paşa) dahiliye nazırı, dnan bey sıhhiye müdürü, Hariciye Ve- Ülmiz Dr. Tevfik Rüştü Aras ta heyeti tişiye reisiydi. İr sabah, Tevfik Rüştünün teftişe ge- *eğini haber aldım. Bir teftiş karşısın- S ahnacak tedbirlerim bulunduğunu sa- bazı vehamlar, bu haberi bana, ade- b" sır şeklinde tevdi etmişlerdi. Hal- di] i haslanede telâş uyandıracaği zanne- n bu haberi, ben, bir müjde gibi se- '“lçle karşıladım: Çünkü evvelâ, Tevfik “$tü Aryas, çok sevdiğim ve saydığım Mekteb arkadaşıydı. Bu teftiş bana ;:“ Börmek, onunla: görüşmek fırsatını za“dlranaktı. | Nra başında bulunduğum hastane, Emleketin en mükemmel müesseseleri Sındaydı. astanemm hekimleri arasında, Ah- det *d Şükrü, Konos, Şükrü Hazım, Cev- Rift Sâvran Nazifi Şerif, Hüseyin Kenan, fat Alji gibi maruf ve kıymetli şahsi- Yetlerin bulunuşu, göğsümü kabartan bler arasındaydı... .Bu itibarladır ki, kıymetli dostüm Tev- Rüştünün teftişe geleceğini — öğren- *k bana iki katlı bir sevinç duyurmuş- Çünkü bu teftiş sayesinde, onun hak- iğini Mda beslediği dostane teveccühü artır- âk fırsatını da kazanmış olacaktım. Ba- 2 Verilen bu müjde, haber alışımdan bir | 'dt sonra tahakkuk etti. Fakat elimi sı- 8n Tevfik Rüştü Arası, umduğum kadar Mimi ve neş'eli bulmadım. Hattâ bilâkis, bana karşı daima gülen qularmda, sebebini tahmin edemedi- sim bir iğbirar vardı. Biraz da mütered- d' dUrgıın, ve müteessirdi. Onur takın- k“* bu yabancı hüviyet, beni acı bir su- tü hayale uğratmıştı. Evfik Rüştü: h Ma?har dedi, maalesef, bugün bu- 3Ya, sok ağır bir vazife ile geliyorurm. Ü“'m bu cümlesi, beni sukutu hayal- Ça hayrete ve meraka sürüklemişti: “Vfik Rüştüye ağır gelen vazifenin ne bilecegı'ıı bir türlü kestiremiyordum. ş '_k Rüştü, sözlerine, uyanan merakı- büsbütün arttıran şu cümlelerle de- etti; Bilirsin... Seni severim, sayarım. *Zifene bağlılığını, herkesten yakından Enlerdenim. Vukufuna, kıymetine kar- k esleciğim takdirden de eminsindir. h. — Gürüstlükten şübhelenmek, haya- €n geçmez... Ve işte zaten böyle ol- Üsiçindir ki, bugun omuzlarımda bu- dan vazife bana çok ağır geliyor! qoS:tL:_n bu sözler, 'Tevfik Rüştünün ımmyıızüne, bır an içinde canlı bir mu- flya rî esrarengizliği vermişti. Gayri ih- — Neler söylüyorsun? dedim. Hiçbir Anlıyamıyorum, Bke “Vfik Rüştü, odacının getirdiği kah- Ti ziirken sordu: n Subhiyi tanır mısın? *Vatımda tanıdığım bütün «Subhis- hafızamda içtima etmişlerdi: Hangi- Subhiyi? dedim. Canım... Subhi Paşayı... ci arsus mebusu mu? Evet! hi ıe tuhaftır ki, hafızama toplanan «Sub- " *r arasında, yalnız o yoktu. Öyle bir OTün adının geçeceğini hayalimden İtg ageâlfemwmıştım. Subhi Paşanin, süt ıaıhar 'eyaz sakallı temiz yüzünü hatır- Samı,/ Sime biraz su serpmişti. Bir pey- Subhi n SiMası kadar mübarek yüzlü Üğn 1 Paşadan bir fenalık gelmiyeceğiın- hef “Mindim. Bu emniyetle, rahat bir ,îîa"al' cevab verdim: Sdnırim tabil! B Aranl?d'ı fena bir hâdise geçti mi? Tük Sunli, İçime, emniyetimi sarsan kü- ]î;' Sübhe düşürmüştü: * münasebet? Aras, Tevfik Rüşaü Aaras e a Mazhar ÖOsman — İçime düşen şübhe büyüyerdu: — Hayır... dedim... Hiçbir hareketimi atırlıyamıyorum. Hattâ bilâkis, Subhi Faşaya naçiz bir hizmette bulunduğumu sanıyorum: Bana, onun mektubile bir hasta gelmişti. O hastayı tam iki ay te- Gdavim altında bulundurdum. Hastanele, kendi hesabıma yatırdım. Geçenlerde iyi oldu. Çıkıp giderken ellerimi öpmek is- tedi. Mâni oldum: — Zahmet etme çocuğum... Dedim ve ilâve ettim: — Yalnız, eğer Subhi Paşayı görürssen, mübarek ellerini benim tarafımdan da öpüver! Anlattıklarımı” dinliyen Tevfik Rüştü Arasın gözleri yaşarmıştı: — Mazhar... dedi... Doğru muşsöylü- yorsun? — Yalarn söylemeye mecburiyetim yok. — O halde büsbütün feci... Daha fazla tahammül edemezdim: — Rüştiü... dedim..: Kendimden emin bulunduğum için, hiçbir şeyden I—.oıkumi yok... Fakat çoök merak ediyorum... Çok | Mazhar Osmanın Şişli işunuş âlemleri tetkıke gonderılmıştı tertip edip Orada, her gece, Mazhar Usmanıin Tiİ- yasetinde tertib olunan işünuş âlemle- rinde türlü rezaletler işliyenlef arasın- da, hanedanı âli Osmana mensub sultan- lar bile mevcuddur. Halbuki, gerek bir memleket müesse- sesinin, gerek memleketin mukaddes aiİ- lesine mensub bulunan kimselerin şeref, irz ve haysiyetlerini korumak, hepimizin vazifemizdir. Sizden, memleket namına, orada tüten bu şenaat ocağını söndürme- nizi diliyorum. Kısa bir tahkikat, haki- katin dehşetini kavramanıza kâfi gele- cektir. Eğer bir vazife bildiğim bu müracaatı «Jalâka ile karşılamazsanız, Meclisi Meb'u- | sanın önümüzdeki içtimaına, vaziyeti bir ;j takrirle ve resmen Talât Paşaya da arzet- mek mecburiyetinde kalacağım. Fakat vazifenize karşı lâkayd davranmıyacağı- nızdan emin bulunduğum için, böyle bir mecburiyet altında bırakılmıyacağımdan emin olarak, hürmetlerimin kabulünü | dilerim efendim!» Hele bu mektubun altındaki imzayı o- kuyunca, dişlerim kırılacak gibi gıcırda- dı. Zira bu korkunç iftira destanının al- |tında, aksakaliı suratını mübarek sandı- ğım Subhi Paşanın imzası vardı. *O bunu nasıl, niçin yapmıştı? Delirmiş miydi? Bilmiyorum. Hele ©o Janda, bunlara değil, ismimi soracak bir insana bile cevab bulabilecek halde de- ğilim... Ömrümde hiçbir hâdise, hiçbir felâket beni, her elime geçirdikçe hür- metle öptüğüm o el tarafından yazılan bu satırlar kadar baltalamamıştı. Sıtma nö- |beti geçirir gibi titriyordum. Beni teski- ne, teselliye çalışan Tevfik Rüştüye: — Pekâlâ... dedim... Cebimdeki anahtarları çıkarıp 'önüne koydum: — İşte Anahtarlar:.. Hastanenin evra- kı da şuradadır. ÂAl, aç.. oku, gez, sor. Va- zifeni bitir... Ben burada neticeyi bekliyeceğim... Sen vazifeni bitirdikten sonra da bana düşen bir vazife var... — Nedir 0? — Yaptığım zaman görürsün.., den, vazileni bir an evvel bitirmeni isz- tirham ediyorum! Bu istirhamım üzerine tahkikata giri. şen Tevfik Rüştü, evrakı gözden geçirdi. Hastancvı gezdi. Doktorları, memurları, hattâ yarım akıllı bazı hastaları uzun v« zun dinledi. Hülâsa, mektubdaki satır- lara uygsn bir hâdise, bir delil, bir iz, bir eser, bir vesika, hattâ bir söz bulabilmek için, zekâsının bütün işıklarını hastane- nin içine, ruhuna çevirdi. Fakat gece yarısına doğru hastaneden ayrılırken: — Beni mazur gör... dedi. Bu mektu- bun iftira olduğundan zaten emindim. |Fakat vazifemi yapmak mecburiyetinde Didim. Ona, hakkımda yeniden harcadığı te- veccühlerin ve iltifatların teşekkürün- |den başka söylenilebilecek hiçbir sözüm yoktu. Yalnız kalınca, onun derin bir sami- | miyetle sıkıp bıraktığı elimi alnıma koy- rica ederim anlat... Nedir? Ne var? Nei oluyar? Tevfik Rüştü, yerinden kalktı, Ortada- ki mağanın üzerinde duran el çantasını açtı. İçinden çıkardığı açılmış bir mek- tubu önüme attı: — AL; <dedi. ; dugunu... Yırtılmış zarfın içedeki mektubu bir ! çıepıda çıkaraım. Kâğıdın matbu anton- tinde: *Meclisi Mebusan azasına mahsustur» kelimeleri okunuyordu. Mektub, sıhhiye müdürü Adnan beye hitab ediyordu. Bu hitabın altında, şu cümleleri, her kelimede biraz daha ar- tan bir hayret ve dehşetle okudum: Evden bu kararla fırladım. İcab eden «Şu anda, nazarı dıkkatinızı Şişli tı-| yerlerden sorup soruşturunca, Sübhi Pa- marhanesi üzerine davet etmeyi bir şayı Tokatlıyanda bulabileceğimi öğren- memleket vazifesi sayıyorum. Udim. Bu müessesenin başında bir tabib sıs| Ömründe; hir kediye bile fiske vurma- fatile bulunar Mazhar Osmanın, sakaısızımış bir adam olduğum için, Tokatlıyan ve hirkasız bir bektaşi babasından fatkı | kapısından içeri girerken, cinayet işle - voktur. Kapısımda bir sıhhat müessesesi meyi göze almış bir insan helecanile tit- vaftası bulunduğu - için, memleketteki | riyordum. Hırsım o kadar hududsuzdu ahlâk ve asayış kanunlarını tatbika me- | ki, Subhi Paşa ile karşılaşınca, verdiğim mür olan kimselerin şübhesini çekmiyen | kararı daha ileriye götürmekten korku- bu müessesenin, bir rezalet ve şenaat Ö- yordum Selim Tevfik Oku da ahlarsın ne ol- | gibi saatlerce, hiçbir şey söyliyemeden, hiçbir şey yapamadan, hattâ hiçbir şey | Güşünemeden öylece kaldım. Uykusuüz geçen o0 gecenin sabahında verdiğim kat'i karar şu idi: Tarsus mebusunu arayıp bumak.., Be- yaz sakallarını bir yular gibi kavrayıp, | pembe yanaklarını kana kana şamarla- mak!.. 'eketinr—'u kıracak, kızdıracak hiçbir ha- ! hatırlamıyor musun? cağından hiç furkı yoktür. (Arkası var) dum ve dılı, dimağı tutulmuş bir hasta | Sene | Ö y SAA AA GA Şi DKĞ -— e . C Guze lık enstıt N & z kullanılan yeni usuller Mütehassıslar “ artık operatörün bıçağına lüzum kalmadı, parmaklarımız ayni işi görüyor ,, diyorlar Bu bir engizisyon işkencesi değildir. Müşterinin yüzü Nevyorklu bir güzellik mütehassısının kullandığı bir masaj sis- temine hazırlanıyor. Nevyorkta Fijth Avenuede açılan gü- zellik enstitüsünü işletenler, «ellerimizin sihirli temaslarile, bir güzellik operatö- rünün bıçağıntn aldığı neticeyi elde e- deceğimize inanıyoruz» diyor ve ilâve e- diyorlar: Mütehassıslafın büyülü ellerini, yüzdeki buruşuklara, et sarkmalariına karşı yegâne silâh olarak kullanıyoruz. Mütehassıslar parmaklarile, — gevşemiş sertliklerini kaybetmiş olan yüz adale - lerini buluyor, sinirlerin elâstikiyeti azal- mış bulunan kısımlarını masajla eski ha- line getiriyor, bu suretle çehrenin gü -| zelliğini temin ediyorlar. Bu ameliyenin esasları bundan 3 bin sene evvel Çinliler tarafından tatbik o - lunmuştu. Onların Yogi ekzersisleri de, bu üsüle yakın bir metoddu. Eski- bilgi- Altı el bir yüzün üstünde, cehennemi bir sür'atle çalışarak, yüz hatlarının gere ginleşmesini temin ediyor. İki el ensededir. Bu suretle darabamı yakalayıp durduruyor. İki el yanaklar- da hârekete geçmiştir. Bu suretle yanak adalelerine canlılık temin etmektedir. İki el de alında işlemektedir. ler, bugünkü insanın çehrede harikalar yaratmasına yardım ediyor! Havadan yağdırılan canlı koyun ve kuzular Paraşüt açılıyor Habeşistanda nakliye. vasıtalarının u- laşamadığı noktalarda, karakollar kuran İtalyanlar, orada barınan askerlerine er - zak yetiştirmek için, tayyareden azami mikdarda istifade etmektedirler, İstenilen şeyler, hattâ canlı kuzu ve Yerde koyunlar paraşütle, istenilen miıntakaya atılmaktadır. * Tayyarenin bugünkü harb tâbiyesinde ne mühim rolü olduğu, Habeşistandaki tatbikatile bir kere daha anlaşılmış bu - lunuyor. - * —amagüeemr n - |

Bu sayıdan diğer sayfalar: