18 Mart Pulculuk ve pul&uluğun tarihi Mektublara pul yapıştırmak usulü nasıl ve kimin tarafından icad edildi? Bizde ilk posta pulu 1862 tarihinde kullanılmıştır. O zaman posta ücretleri bir hayli pahalı olduğundan mektubun hafif olmasını temin için zarf kullanılmaz, mektub ince kâğıdlara yazılırdı Kıymetli Türk pullarından bir kaç nümuna Bursadan, Cemal Güçlü imzasile mek- tuz yazan bir okuyucum, benden şu şa- yanı dikkat suallerin cevablarını ver - memi, veya bulmamı rica ediyordu: — Dünyanın ilk posta pulu ne zaman, nerede ve nasıl icad edildi? Dünyanın en kıymetli pulu heangi mil- lete aiddir, kaç para etmektedir ve şimdi kimin elindedir? Türkıyenin, en zengin pul koleksiyonu kimdedir? Dünyanın en güzel pulları hangi mil- lete aiddir? Türkiyede bir pulcular cemiyeti var midir? Pül hakkında fazla malümat ve - ren eserler, mecmualar bulabilir miyim?» * Pul koleksiyonu yapmak merakına he- nüz tutulduğu anlaşılan bu okuyucumun sualleri, benim de alâkamı tahrik etti. Hem bir okuyucumun arzusunu yerine getirmek, hem kendi merakımıi gidermek arzusile, bu süuallerin cevablarını nere « den bulabileceğimi araştırdım. Pul maraklısı olduğunu bildiğim bir dostüm bana Bay Ali Nusret Pulhanı tav- siye etti. Ali Nusret Pulhanı görmiye giderken, niyetim on dakika içinde bütün istedik - lerimi öğrenmekti. Fakat bu niyetime rağmen, Ali Nusretle yaptığım konuşma, bilâmübalâğa üç saat sürdü. Pulların, ve pulculuğun tarihi, o kadar merak ve alâ- ka uyandırıcı hikâyelerle, vâkıalarla do- luydu ki, Ali Nusreti, saatlerc2 zevkle dinlemekten kendimı alamadım. Şimdi, onunla yaptığım konuşmanın koca bir defter doldutan bütür. notlarını dikkatle tasnif ettikten sonra, evvelâ pos- ta pullarının tarihini yazmıya karar ver- dim. Onunla yaptığım mülâkatı, bundan sonra yazacağım, ikinci bir yazıya mev - zu edineceğim. Bursalı okuyutum Bay Cemal Güçlü- nün meraklarını tamamen giderecek o « lan bu yazılar, sade önun gibi pul me- raklılarını değil, pul merakına tutulma- mış kimseleri bile alâkadar edecektir ka- naatindeyim! Ben; postaların tarihinden bahsedecek değilim. Çünkü postalar, milâddan asır- larca evvel doğmuş, devletler arasındaki muhaberatı tesis etmiştir. Sonradan, ferdler de, davetliler gibi, bir- birlerile muhabereye girişmek ihtiyacın: duymuşlardır. Ve bu suretledir ki pos - talar, taammüme, tekâmüle kavuşmuş « tur. Vâkıâ, 1840 senesine kadar, dünyanın bütün medeni memleketlerinde resmi postalar mevcuddu. Fakat o devirlerde, bir memleketten diğer bir memlekete, veya bir memleket içinde bir şehirden, başka bir şehre gön- derilen mektubların ücretleri, mektub « ları alanlar tarafından ödenirdi. Maama- fih, tıpkı şimdiki takseli mektublar gibi gönderilen eski mektublar, bir çok sulis- timallere de yol açıyordu. Kendilerine gönderilen mektuübları kabul etmiyorlar- dı. Çünkü o devirde, bu usulü istismar e- / den bir çok muzibler türemişti, Ve ceb- Pulun mucidi Sir Rowland Hill lerinden para çıkmıyacağı için, bildikle- rine, bilmediklerine olur olmaz mektub- lar gönderiyorlardı. ş Bu mahzurun ortadan kaldırılması için, evvelâ postahane damgaları icad olundu. Ve damganın icadından sonra da, mek- tubların ücretleri gönderenlerden alın- dı; ücretleri alınan mektublara bu dam- galar vuruldu. Eskiden, posta müvezziliği yapanların maaşları da yoktu. Bu itibarla onlar, her götürdükleri mektubun sahibinden bir kuruş alırlardı. Ve maişetlerini, bu bahşişle temin eder- lerdi. Bu bahşiş usulü memleketimizde de 1884 senesine kadar sürdü. Ve o ta - rihte, posta müvezzilerine maaş bağlan- dığı için, bahşiş usulü kaldırıldı. Fakat bu usul kaldırıldığı halde, bazı müvezziler, mektublarını verdikleri kim- selerden para istiyorlardı. Buna mâni olmak için, mektub zarfları üzerine şu cümleler yazılırdı: e— Bunu getirene bir şey Verilmez!. Türkiyede, ilk posta pulu, 1862 tari - |hinde kullanılmıştır. O zaman, pulun ücreti, gönderilecek mektubun ağırlığına, ve gideceği mesa - fenin mikdarına göre tesbit olunurdu. Bu itibarladır ki, hayli kabarık bir ye- kün tutan bu ücretin ağırlığından korun- mak istiyen halk, o devirde, zarf kullan- mamıya başladı. Uzun seneler, mektublar zarfsız olarak gönderildi. Hattâ, o devirlerde, posta ücretini daha | fazla hafifletmek maksadile, Bağdadi de- nilen, ve sigğara kâğıdlarını andıran ince- cik kâğıdlar kullanılırdı. Bu kâğıd, yazılı tarafları içeriye geti- rilerek, itinayla bükülür ve açık kalan tarafları, pulla yapışlırılırdı. : Bay M. Seyfeddin Raşid, «Pul Meşhe- ri sadındaki eski bir mecmuada, ilk posta pulunun nasıl icad olunduğunu da şöyle anlatıyor: «Bir gün, meşhur İngiliz asılzadelerin- den Sir Rowland Hill bir köy oteline mi- safir olmuş. Ertesi sabah, otelin salo - nunda kahvaltı ederken, içeriye bir pos- ta müvezii girmiş; ve otel sahibesine bir mektub uzatmış. Kadın, eline 'alıp dik - katle evirip çevirdiği zarfı müvezzie ia- de etmiş, ve: — Maalesef, demiş, bu mektubu alamı- yacağım! / (Devamı 12 inci sayfada) SON POSTA Dünkü kısmın hülâsası Ben Paris'de yerleşen ve hususi lisan dersleri veren bir müessesede çalışarak hayatını kazanan bir mülteciyim. O sene aldığım üç haftalık tatilin son kısmını bir #rkadaşımın tavsiyesi üzerine Akde- niz #ahilindeki küçük St. Gatlen'de ge- çiriyordum, Resim çekmeğe de çok mera- kım vardır. Bunun için minimini bir ker- tenkelenin sıcaktan bunalaraf meydana çıkmasından İstifade ederek bunun birçok pozlarını çoektim. Ve develope edilmesi iİ- çin köyün küçük fotografcısına — götür. Ertesi günü resimlerin tam vaktinde gelmediğini görünce dükkâna kadar gilt- tim. Fotografcı beni savsakladı. Tam dük- kândan çıkarken de biri sivil, biri resmi iki polls yanıma yaklaşarak beni tevkif ettiler. Doğruca köyün küçük karakolu- na götürdüler. (Yazı devam ediyor) Brişüyüy Kapı açıldı. Kulağının arkasına bir ya- zı kalemi sıkıştırmış olan, başı açık yaş- lıca bir adam içeriye girdi. Ve başile bi- ze dışarıya geliniz, diye işaret etti, ya - nımdaki polis memuru, yakasını ilikledi, elbisesini düzeltti, şapkasını başına iyice yerleştirdi. Sonra, koluma, lüzumundan fazla bir hoyratlıkla yapışarak, bir kori- dordan geçirdi, ve alnımıza gelen bir oda- nın önünde durduk. Kapıyı tıkırdatarak açtı, ve beni içeriye itti, 1lk gördüğüm şey üzeri kâğıdlarla dolu bir masa, ma - sada da gözlüklü, tüccar kılıklı, fakat ko- miser üniformalı bir adam oldu. Yanın - da da kollarını kavuşturarak dar bir is - kemleye tünemiş gibi oturan sadakor el- biseli gayet şişman kabak kafalı birisi oturuyordu. Porsuk suratile, tıpkı Ya - hudi sarraflara benziyordu. Bumburuşuk mendili ile, yüzünden sicim gibi akan ter-| leri siliyor, ikide birde de yakalığının içi- ni kuruluyordu. Bana bakmadı bile... Komiserin sesini duydum! — Josef Vadassy, sen misin?.. diyordu. — Evet, diye cevab verdim. Komiser, arkamda duran polise başıle işaret etti. Memur da dışarıya çıktı. — Hüviyet kâğıdınız var mı?., Cüzdandan hüviyetimi çıkartarak uzat- tım, Komiser önüne beyaz bir kâğıd çekti ve yazmıya başladı: — Yaşınız? — Otuz iki. — Lisan hocasısınız, değil mi?., — Evet. — Yugoslav tebaası mısınız?. — Hayır, Macar. Komiser şaşırdı ve dik dik bana baktı. Yüreğim hop ediverdi: — Öyle ise, buna ne buyurulur, mösyö? * Dona kaldım. Komiserin, buna ne buyu- rulur?.. diye bana uzattığı şey, otelde ol« duğunu sandığım pasaportumdu. Bu da, polisin odamda araştırma yaptığını gös- teriyordu. — Cevabınızı bekliyorum Mösyö Va - dassy, Macar olduğunuzu söylüyorsunuz; halbuki Yugoslav pasaportu taşıyorsu - nuz. Sonra öyle bir pasaport ki, on sene- dir hükmü geçmiş. Cevab verdim: — Macaristanda Szabadkada doğdum. (1919 da Trianon muahedesile Szabadka Yugoslav topraklarına ilhak edildi. 1921 de Budapeşte üniversitesine girdim. Bu- nun için de bir Yugoslav pasaportu çı - karttım. Üniversitede bulunduğum sıra - larda,| Yugoslav polisleri, siyasi bir suç yüzünden babamla ağabeyimi vurdular. Annem, büyük harbde ölmüştü. Macaristanda vaziyet çok kötüleşmiş - ti. 1922 de İngiltereye gittim. Orada yer - leştim. Ve 1931 senesine kadar Londra civarında bulunan bir mektebde almanca okuttum. Ruhsat tezkeremin müddeti bit- mişti. — Yenilemediler, — Pasaportumun da günü bitmişti. Bir yenisini a'mak için Londradaki Yugoslav sefaretin2 gittim. Kâğıdımı aldılar, evirdiler, çevirdiler, sonunda, biz sana pasaport veremeyiz, Çünkü sen artık tebaamız değilsin, diye « rek beni şapa oturttular. Başımın çatesi- ne bakmalıydım. Her başı sıkılanın baş vurduğu yerde, ben neye talihimi dene- miyeyim, dedim ve Parise geldim. Fran- n ” l ğ gelaşi l Harikulâde bir maceranın hikâyesi: 2 ammmumu Ben bir casustum! Yazan: Eric Ambler Elinde tuttuğu filmi bana vsattı gösterdi. Pariste istediğin kadar otura - bilirsin, sana ikamet tezkeresi de veri - riz. Yalnız bir kere çıkarsan, bir daha buraya dönemezsin, dedi. Benim de iste- diğim bu idi. Zaten Fransız tebaası ol - mak için de istida vermiş bulunuyorum.. * Sustum ve bir komisere, bir de yanın- daki adama baktim, Kabak kafalı şiş - man bir siğara yakarak sordu: — Babanızla ağabeyinizin öldürülme- lerine sebeb olan siyasi suç ne idi?.. — Sosyalist olmuşlardı da.. Şişman sordu: — Hangi dilleri öğretiyorsunuz, Mös-« yö Vadassy?.. — Almanca, ingilizce ve italyanca, ara- da sırada macarca, — İtalyaya hiç gittiniz mi?. — Evet, gittim. — Ne zaman? — Çocukken, yazları orada geçirirdik. — Fransada hiç bir İtalyan tanıdığınız var mı? — Çalıştığım mektebde bir ahbabım var. O da benim gibi hocadır. — İsmi? — Fillipino Rossi. Komiserin bunu not ettiğine dikkat et- tim. Şaşırmıştım. Bu adamlar ne İistiyorlar, neyi anlamak sevdasında bulunuyorlar: - | . Sayfa 7 Birdenbire beynimden vurulmuş gibi kala kaldım. Gözlerime inanamıyordum. Başımı kaldırdım. | | dı?, İtalyanlarla pasaportum arasında n& münasebet vardı, sanki?. r — Fotoğrafçı mısınız, Mösyö Vadassy? Bunu soran komiser oldu. — Evet, daha doğrusu fotograf heves « lisi, amatörü. | — Kaç tane fotoğraf makineniz var?,. — Bir tane. | — Markası nedir? Söyledim. , Masasının bir gözünü çekti. Bir şey çi« karttı ve bana uzattı: — Bu mu?,, | Bayağı bayağı hiddetlenmiştim. Köpü- rerek: «Evet!» dedim ve ilâve ettim: — Anlamak istiyorum baylar, ne hakla benim eşyalarımı, malımı odamdan kal-, dırıp, buralara getiriyorsunuz? Makine « mi geri verir misiniz, lütfen?.. l Komiser makineyi tekrar göze koydu ve sordu: — Başka fotoğrafıniz yok mu?. — Hayır. Komiserin yüzü âdeta güneş gibi par: ladı. Ve bir zafer hâlesi yüzünü kapladı sanki.. Gözü tekrar çekti, ve: : — Öyle ise azizim Mösyö Vadassy, diye öttü. Nasıl olur da, köydeki fotografçıya bu uzunlukta hakiki bir sinema filmini verdiniz, yıkasın diye.. Alın size şaşılacak bir şey daha... Hay- retten küçük dilimi yuttum, âdeta.. Komiserin elinde, fotoğrafçıya verdi « ğim filmin kesilmemiş negatifleri vardı. Filmi iki ucundan gererek tutmuştu. O- turduğum yerden, pencereden gelen ışık- la çektiğim © tecrübe resimlerini görü - yordum, 24 resim de kertenkele resmi idi, Ona acırmış gibi: — Görüyorum ki, fotoğrafçılıktan an « lamıyorsunuz. Bu hususta, bazı malüma! vermek lüzumunu hissediyorum. Eliniz - dedim. — Öyle mi?.. — Evet değildir. Şüphesiz, bu film ona benziyor, fakat değildir. Malümu âliniz, sinema filmleri, alelâde filmlerden bir milimetre daha ensizdir. Elinizdeki ise 36 lık, 6x9 rulosudur. — Demek bu resimler size gösterdiğim makine ile çekilmiştir, öyle mi? — Şüphesiz.. * Bir müddet konuşmadık, memurlar, birbirlerine bakıştılar. Bu sefer, söz açan şişman adam oldu! — St Gatiene ne zaman geldiniz?. — Salı günü. — Maaşınız ne kadardır Mösyö Va : dassy? (Devamı 13 üncü sayfada) İşe yaramaz Bir baskül Bit ckuyucumuz yazıyor: kan hiç bir kimse görülmemiştir. diye konulduğuna göre işe yaraması lâ Hip geçerken her zaman butdan bahset Bakalım bir alâkadar çıkacak vazgeçerim. Ve nihayet sabredemedim. koyun veayahud da ortadan kaldırın, a yıb oluyor. © Yangınlar ve bir fikir lı noktalarına, karakol kapılarına ve it faiye merkezlerine, semt ve Şşokak kay — İstiklâl caddesinden Taksime gider- ken söl koldaki Fransız hastanesinin Ö - nünde bir baskül vardır. Harleci şeklile muntazam, güzel bir tartı âleti. Fakat ay- lar, hattâ seneler var ki bu baskül ba - kınısızdır. Kış, yaz yerinden kaldıran, bo- gukluğunu tamir eden, kir ve pasına ba . Bu baskü! bir süs olamaz. Çünkü şek- H buna müsald değildir. — Halk tartılsın zımdır. Halbuki bu âlet bozuktur ve kim- se bununla meşgul değildir. Önünden ge- mek İsterim. Fakat: Biraz daha geçsin. mı? diye Baylar! Ya bu baskülü işler bir hale Bir okuyucumuzdan aldığımız bir mek tubdı, şehir dahilinde vuku bulan yangın larin #akikası dakikasına şehrin belli baş dedilmok suretile yazılıp ilân edilmesinin — ederiz. halk irin ziyadesile faydalı olacağı bil « dirilmekte ve alâkadar makamların bu noktavya bilhassa dikkati çekilmektedir. cumuz yazıyor: — Kütahya bir vilâyet merkezidir. Fa- kat tam bir aydanberi burada İnhisar kon- yağı, üc buçuk aydanberi de Enâlâ sigara bulunmnyor. Nereye gitsek: «Yoktur, İ- darede kalmamış!, cevabını alıyoruz. Hal« bükli koskoca şehirde bu konyakla, bu cins Blgaraya ihtiyaç vardır. İnhisarlar İdare- sinin nazarı dikkatini celbederim.» * © Okuyucularımızın sorgularına cevablarımız Bergamada Bay Hüseyine: — Düşüncelerinize hak veriyoruz. Böy. le bir nezaketsizlik karşısında kaldığınız zaman derhal zabıtaya haber veriniz. A« dalet böylelerini tecziye etmesini bilir. © Malkarada tuhafiyeci Bay Zeki Tok- söz'e: — Madem ki mevzuubahs ettiğiniz me« sele istediğiniz şekilde, yani halkın mena faatine uygun olarak halledildi, dava bit- « miş saşılır. Bundan sonra bu gibi haller - zuhur ettiği takdirde bize yazmanızı rica deki sinema filmi değildir, bay komiser, Kütahyada konyak satılmıyor! —— Kütahyadan Muammer imzalı okuyüs — a r>r . 4 . Te dt h Üi balğe n Tei ll ghe 5 l M di