15 Ocak 1965 Tarihli Akis Dergisi Sayfa 32

15 Ocak 1965 tarihli Akis Dergisi Sayfa 32
Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

Ss İ Filmler "Altona Mahkümları" İkinci Dünya Savaşının ortaya koydu- gu en önemli oluş, italyan sinema- sındaki Yeni Gerçekçilik akımıdır. O- yuncu olarak değil, rejisör olarak Vit- torio de Sica'nın bu sinema akımın- da yeri ve rolü büyüktür. "Bisiklet Hırsızları", bu akımın ilk filmi olma- makla birlikte, Sıca'nın adını duyuran en önemli filmlerinden biri sayılır. "Bi siklet Hırsızları" 1948 yılında çeyrilmiş tir ve savaş sonrasının en mli problemi olan işsizlik, bu filmde e enine boyuna söz konusu edilmekte, toplum- sal güvensizlik, umutsuzluk ve yarına inanmama gibi durumlar belirtilmek- tedir. Yeni Gerçekçilik akımı "Bisiklet Hırsızları"yla şaheserini vermiş sayıl- maktadır. Sica, "Bisiklet Hırsızları"nın ardın- dan birinci filminin senaryocusu Za- vattini'nin yeni bir senaryosuna daya- narak "Umberto D" yi yaptı. Umberto D dayanıksız, gelirsizköpeğinden baş- ka kimsesi olmayan yoksul bir emekli- dir. Kaldığı pansiyondan atılır, bir has taneye sığınır. Hastaneden sonra du- rumu daha da kötüleşir. Canına kıyma ya karar verir. Köpeği kaçar, Umberto D de kararından vazgeçer. Sica'nın filmleri, savaşın getirdiği insan gerçeklerine ihanet etmemekte- dir. Sona varılmamakta, akımın il- kelerine uygun olarak, günlük hayat- tan herhangi bir kesit verilmekle ye- tinilmektedir. Senaryocu Zavattini'ye göre, akımda kurulu bir hikâyeyi be- lirli sona götürmek yerine, günlük ha- yattan bir parçayı vermek daha önem- lidir. Yeni Gerçekçilik akımının bu iki önemli adı, "Bisiklet Hırsızları" ile Umberto D" arasında bir üçüncü film daha yaptılar: "Miracolo "a Milano - Milano Mucizesi". Sica, bu filminde gerçekçiliğe aykırı düşen bir masalcı- lığı işlemektedir. Amacı, sinemada ger çekçilik ile hayalciliği birarada yürüt- mektir. Fakat birbirini izleyen olay- lar, bir yerden sonra hayalileşmekte ve gerçek, hayalle yer odeğiştirmektedir. Sica, bu hayalciliğini halkın dayanış- ma gücüyle açıklamaktadır. Mucize ya- ratan güç, mucizeden çok, dayanışma- dadır, birliktedir. Gerçek mucizeyi da- yanışma ve birlik doğurmaktadır. Ama sonraki filmler Sica için bir çeşit duraklama filmleri oldu. “Stati- Napoli - Napoli Altını" tam bir durak- 32 NE M A lama dönemi filmi olarak rejisörünün filmografisinde yerini almıştır. İki yıl- k bir susmadan sonra Zavattini ve Sica çifti "II Tetto- Yuvasızlar" ile eski gerçekçilik günlerine dönme yolu- nu tuttular. Herşeye rağmen bu, iyiye doğru bir dönüştü. Fakat iki ustanın da unuttukları bir nokta vardı ki o da toplumdu. Savaş sonrasının kötü ve karamsar günleri geçmiş, düzen yeni- lenmeye başlamış ve yoksulluk günleri gerilerde kalmıştı. Seyirci eskiyi, kara günlerini hatırlatacak gerçekçi filmleri artık tutmuyordu. o "Yuvasızlar"daki gerçek de zaten akımın ilk günlerinin gerçeği değildi. Yumuşamış, giderek Eskiyen sinema ustası Herşeye karşılık, Zavattini ile Sica birbirlerinden ayrılmadılar. Yeni ü- rünleri, Moravia'nın bir romanından aktanlan "La cioci ara - Kızım ve Ben", İkinci Dünya Savaşının sonları- na doğru, 1943 Romasmı anlatmakta- dır. Bu film de iki iyi sinemacının du raklama çağından kurtuluş filmleri de- ğildir. Kusur, biraz da, - Moravia- nın zorlama edebiyatının Zavattini ile Sica'nın gerçekçiliğine ağır basmasın- dan ileri gelmektedir. Moravia'ya sa- dık kalma çabası, iki sinemacıyı da bi- linen ve alışılmış çizgilerinden az -çok ayırmıştır. 1961 ürünü "fi pi universale - Son Yargı" ve 1962 ürünü Viscontili Fellinili ve Monicelli' i "Boccaccio 70" in bir bölümü de yine iki usta sinema- cı için kurtarıcı bir nitelik taşımamak- tadır. "Son Yargı", "Milano Mucizesi" ne yaklaşan, fakat o âyârı hiç bir zaman bulmayan, gerçekle düş arasında bir yolda verilmiştir.İkincisi ise hafiflmeş rep bir hikâyedir. Sinemadaki gerçekçilikt anlayışları kesin şekilde belirgin Sica ile Zavatti- ni'nin son büyük çelmelenmeleri, Sart- re'in bir oyununu sinemaya aktarmaya kalkışmalarıyla oldu. "I Seguestratl di a - Altona Mahkümları" hem se- naryocu Zavattini ve hem de sinemacı Sica için aşılması güç bir engeldir. İki sinemacı, Sartre'ı Sartre olarak sinemaya uygulama yolunu tutsalardı da başarıları yine belirli bir düzeye u- laşamıyacaktı. Zira sinemacılarla ya- zar ve düşünür Sartre arasında fikir yönünden herhangi bir ilişki yoktur. Bu bakımdan, çelişme ister istemez iki yan için yol kesici olacaktır. Nitekim "Altona Mahkümları" bu tür bir çeliş me filmidir ve filmde ne Sartre var- dır, ne Zavattini, ne de Sica Sartre engelinin yanısıra ikinci en- gel, Zavattini ile ortak çalışan ameri- kan senaryocu Abby Mann'dir. Zavat- tini, Sartre'ı anlamaya ve senaryoda yorumlamağa çalışsa bile, sınırlı bir düşünce yapısına sahip amerikalı Mann için Sartre kolay yutulur bir lokma değildir ve olmasına da imkân yoktur. Böylece, birbirine sırt dönmüş iki ya- zarın ortaya koydukları "Altona Mah- kümları" garip, Sartre dışı, daha çok amerikan filmleri (oyapısında, piç bir film olmuştur. Halbuki Sica, anlatım yönünden, eski filmlerine bakılarak, daha usta işi bir sinemaya yönelmiş- tir, oyun düzeni daha da başarılıdır. Meselâ tiyatrodan kaçmak istedikleri halde yine tiyatronun sınırlı çerçeve- sine giren Zavattini ile Mann'in Franz' ın odasını tek bir mekânda bırakma- larını Sica tiyatrodan çok sinema o- larak çözümlemeye ye bu işin altın- dan o güçle kalkmağa çalışmıştır. Sartre'dan öte Altona Mahkümları"nın Sartre'la- olan tek ilgisi, tiyatrodan akta- --lan oyunun kalın hatlarla çizili hi- kâyesindedir. ŞAFAK Mağazası MEHMET ve TURGUT GÜDÜLLÜOĞLU Zengin yeni çeşitleri ile her cins ve kalitede Pamuklu, İpekli Kumaşlar, Perdelik ve Döşemelik mevcuttur. Yenişehir Atatürk Bulvarı 88/A Telefon : 12 77 50 Ankara (AKİS — 46) AKİS, 15 OCAK 1965

Bu sayıdan diğer sayfalar: