25 Haziran 1935 Tarihli Haber Gazetesi Sayfa 6

25 Haziran 1935 tarihli Haber Gazetesi Sayfa 6
Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

6 PLÂJDA NOTLAR Deniz banyosunun faydaları ve kaya balığı korkusu! Denize giriyor musunuz? “Karpuz kabuğu suya düşünce denize girilir,, — derlerdi. Faka! haftanın hele pazar günleri plâj- larda fingatan cıvıl cıvıl insan- lara bakarsak, denize düşen her şeyin ardından denize giriliyor gibi... Denize girmeyip te girenleri yahut girmek üzere olanları da| seyretseniz, gene yazın bir tadı çıkmış olur... Geçen — yılınız he- sabına, gözünüz arkada kal- mez. . . * Dün izin günüm olduğu için. rüzgârlı bir kumsala zittim. Git | tiğim kumsalın — eğer — herkes benim gözümle baksaydı — diye-| bilirim ki, biricik dikkat noktası siyah gözlüklü ve yaprak — gibi takkeli biri şişman, biri orta ya- pılı iki insandı. Bunların biri ka-| dın, öteki erkek olduğuna göre ve zırt zırt birbirlerine çıkıştık - larma da bakılırsa karı kocaydı- lar... Fakat daha göze çarpacak ta - rafları, plâja verdikleri parayı| her halde meteliği meteliğine ç- karmak üzere gelmiş bulunmala- rıydı. Plâja bu yıl ilk gelişleri ol- duğu da anlaşılryordu. * & x Kabine parası — üzerinde mal sahibile biraz çekiştikten sonra harıl harrl soyunmağa başlamış -| tılar. Önce kadın hazırlandı. Si- yah ve elde dikilmiş, kenarı eflâ- tun çerçeveli bir deniz kostümile sahneye çıkar gibi deniz kıyısına doğru şöyle bir yürüdü. Az sonra gene elde dikilmiş ve bacaklarına geçirilmiş — olduğu halde içersine rüzgâr dolmuş ipe asılı bir çamaşır gibi duran siyah donile erkek belirdi. Ufak bir konuşmadan sonra i- kisi birden kumlara — uzandı- lar. . . * Biri ötekinin üzerini kumlarla örttü. Örten erkekti. Epi şişman olan kadının vücuduna avuç avuç kumları itiyor, fakat kadının ge- ne bir kaç noktası siyah kostümi- le güneşe açık kalıyordu... Erkek| bu iş bittikten sonra bulunduğu | yerden başlıyarak — plâjın deniz kıyısı ve çakıl taşları üzerine doğru bir kuşak çözülüşü gibi yu- varlanmağa başladı. * * * Yuvarlanırken önüne her çı -| kan adama: — Ooh!. Ooh!. Diyordu. Gü- neşten böyle istifade etmeli.. Gü- neş gibi yoktur. Ve beri tarafta — kadın, yan: başına düşen bir genç kıza, ko'- larını göstererek: — Sancıklarım için - geldim.. Her yıl gelirim. Kuma gömülür gömülmez bu ağrılar geçer gihi oluyor. Yoksa kolumu kaldıramı- yorum, diye dert döküyordu.. . . » Kumlarla böyle boğuştuktan sonra hemen denize girmediler. Denize girmek için — sanki daha vakit vardı. Önce, kumların, gü- neşin tadını, faydasını adam a- kıllr çıkarmak lâzımdı ki, ondan sonra suya girebilsinler.. Denize bakmağı bile düşünmü- yorlardı. Deniz, nasıl di. olsa ellerindey- ÜŞ Dediğim gibi, o gün harcadık- ları paranın, muhakkak değerini alacaklardı. Herkesin de böyle yapmasını istiyorlardı — sanki... Bir ara kumları herkesin üzerine sıçratarak denize doğru koşarak giden bir çocuk nasılsa ayağı su- ya girince, dalmak cesaretini gös- terememişti. Siyah gözlüklü ve güneşin ta - dını, faydasını çıkaran — kadın sihirli sinirli bağırmağa başla - dı. — Gir oğlum, gir.. Diyordu.. Ne korkuyorsun? Hem bu kadar para verdiniz.. Hiç olmazsa ka- fanı suya sok... . . * Sonra kocasına döndü: “Acaba son tren kaçta?,, Dedi. Kocası saati bana sordu. Ve bir başka- | sından öğrendiği son tren vakti | üzerine ikisi birden bir — sevinç çığlığı kopardılar. Önlerinde daha zaptedilecek kaleler, tadı çıkarılacak zaman bulunmasından çok memnundu- lar.. Ve son tren gelmeden gi- yinmiyeceklerdi. .p Burada hatırıma gelmiş olan bir hikâyeyi söyliyeyim: Beş kişi bir deniz kıyısında bir hafta kalmak — üzere gider- ler. Birinci günü yağmur yağar.. İkinci gün keza.. — Üçüncü gün hava bulutlu, güneş yoktur. Dör- düncü, beşinci, altıncı günler, or- talık akşama doğru açılmağa yüz tutar. Yedinci gün her şey yolundadır. Denize girmeğe kal- karlar. Bu defa da bakarlar ki deniz kostümlerini getirmemiş - ler, evde unutmuşlardır... Bu siyah gözlüklü kadın ve er- keğin de deniz kostümleri üzerle- rinde olmakla beraber, başların- dan bir şey geçip bugün bu ateş- li isteklerine karşılık denize gi - rememeleri gibi bir tuhaflık hatı- rıma geldi. Nereden düşünmüşüm!. Muzi - bin biri: “Ayağıma — müthiş bir kaya balığı çarptı,, diye bir söz atarak yanımızdan geçti. Gözlüklü kadın kocasına dö - nerek: — Ne? Dedi. Kaya balığı mı? Kaya balığı da nedir? Kocası: — Adından da anlaşılıyor. Ka- oldu mu acaba? — Bilmem amma, — geçerker parmağının ucunda — kırmızımsı gibi bir şey gözüme çarptı. — Ben denize girmem! — Şakayı bırak, acaba bu ka- ya balıklarından denizde çok mu var? — Ben çekinirim.. Denize gir- miyeceğim. — Böyle giderse — benden de paso! Durup dururken kıymadım. Bir kaya zünden kendimi doğrusu! — Ya verdiğimiz para ne ola- sak? Denize girmeden dönece - canıma balığı yü- sakatlıyamam ya gibi bir şey olacak? — Çocuğun — ayağına bir şey HAB“ Akşam Postası 25 HA?IRAN 1935 Yakın tarihten - kanlı yapraklar C ittihat ve Terakkinin eski Çankırı katlb mes'ulü Cemal Oğuz anlatıyor; No. 68 Iskambil falı merakı bir gün başıma çok garip bir iş çıkardı — Yarın ameliyat olacaksın ... Hazır ol.. diye tenbih ettiler. Erte- si günü saat yedi — buçuk olduğu halde o meşhur kahvaltıya çağrıl- madım.. Sebebini sorunca: — Bugü nyemek yeyemeyecek - sin! dediler.. Saat on birde — ameliyathane - ye çıkarıldım.. Mevzii (iptali his) yapılarak - çıbanları deştiler.. O günü istirahatla geçirdim.. Şeyhis- lâm Hayri (efendi) merhuüm geç - miş olsuna geldi.. — Bugün yemek yemiyecek - nede hayli kaldım ve itiraf etme - liyâm ki çok rahat ettim. Verdiğim paraya da hiç acımadım.. Çünkü kampta yaşamak çok daha müş - küldü. Hastanede yalnız kalmca ken - di kendime iskambil — falma ba - kar, böyle vakit geçirirdim Bu masum eğlence başıma ga - rip bir iş çıkardı: Bir gün gene — kendi kendime fala bakıyordum. — Hastanedeki hemşirelerden üç tanesi beni gö - zetliyorlarmış... — Kâğıtları açar- ken üzerime geldiler. Üçü birden: — İlle bizim de falımıza bak! diyerek yalvarmağa — başladılar. Ingilizlerin arasında ismimin (fal- cı) çıkmasından — çekiniyordum. OÖnün için onların yalvarmaları - na, yakarmalarına aldırış etme - dim, kâğıtları topladım, fakat bu hemşirelerin içinde — plâtin saçlı, penbe beyaz renkli, boylu boslu, güzel bir kız vardı, Muhitteki bü- tün erkekleri etrafında — pervane gibi döndükleri bu İngiliz dilberi- nin hatırını kırmak istemiyordum. Onun için kızı kollamağa başla - dım ve bir öğle saati koridordan yalnız başma geçerken kolundan yakaladım, Evvelâ ürktü, geri kaç: mak istedi. Susmasını işaret ede - rek: — Odama gel, falına bakaca - ğim, dedim. Sarı saçları, beyaz elbieseleriy- le papatyeye benziyen — bu şirin kız, (fal) lâfını duyunca her şeyi unutarak benimle beraber odaya girdi. Kapıyı kapadı. Karşı karşı- ya oturduk ve fala bakmağa baş- 'lıılık Evvelâ kâğıtları karıştırdım ğiz. Ah tuzlu suyun faydasından doktor nasıl bahsetmişti ! Kadın bunu — söylerken artık .| kumları yerden alıp alıp vücudu-| na sıvazlamayı da — unütmüşte | “Denize girmiyeceğiz,, diyor ve nasılsa birdenbire çıkan bu kaya balıklarının dehşetine (!) içle rinden söğüp sayıyorlardı.. .. * Az sonra bu iki kişiden, erkeir olanının, ortadan kaybolduğunu gördüm. Çok geçmeden , deniz ortasına doğru uzanan tahta iske- lenin üzerinde, iskelenin ta ucu- na kadar gitmiş olduğu — halde karısını çağırıyordu. Dikkatle baktım. Erkeğin elinde bir testi vardı. Önce karısından başlıyarak, a- yaklarını suya sokmadan, testi i- le denizden su alıp kadının yüzü- ve kupanın papazısı karonun kı - zını çekerek kızın eline verdim. — Bunları ne yapacağım? — Niyet et ve bana ver! Kız gülerek kâğıtlara baktı ve içinden niyetini etti ve kâğıdı ö- perek bana uzattı. Onun öptüğü kâğıtlara ben de dudaklarımı do - kundurdum, Bu kortizanlık kar - şısında kızardı, başını önüne eğ - di ve bir şey söylemedi.. Ben, falı onun güzelliğini sey - retmek fırsatından istifayeye bir vesile yapıyordum. Onun gözleri - ne bakarak veara — sıra kâğıtları karıştırarak anlatmağa başladım: — Sen memleketinde bir erkek. ten mektup bekliyorsun. Ve bu er- keği çok merak ediyorsun. Fakat artık merakım kalmıyacak. Çünkü beklediğin mektubu ya aldın, ya- hut ta almak üzeresin. Çok sevi- niyorsun. Bu erkeğin sana yakm birisi olduğunu anlıyorum.. Güzel kız beni dikkatle dinli - yordu. Ben anlattıkça c “-leri açı - İyor, heyecanı — artıyordu. Diğer taraftan ben de. — Acaba bir pot mu kırıyorum. diye helecan içinde idim. Fakat fal bitince bu işte maha- ret ve muvaffakıyetimin derecesi ne kadar büyük olduğunu öğren * dim; Çünkü a bir kahkaha attık - tan sonra sevincinden — çılgın bir halde boynuma atıldı, — ateş gibi dudaklarınım yüzümde dolaştığı - nr yarı baygın bir halde hissettim. Sonra heyecanını teskin ederek yerine oturdu ve cebinden bir mek tup çıkararak bana uzattı: — Bravo, siz Hintlilerden da - ha mahirsiniz. Her şeyi bildiniz. Çok sevdiğim erkek kardeşim u- zun müddettenberi hasta bulunu - yordu. Kendisini çok merak edi - yordum. Yarım saat evvel kendi- sinden mektup aldım. İyileşmiş..,, O günden sonra hastanede ba - na bir lâkap takıldı: — Falcı! Ve şöhretim, pek kısa bir zamanda, hastane duvarlarından dışarı taştı ve bütün Maltaya yayıldı. Herkes, benim olmuş ve olacak her şeyi bi- len ve söyliyen bir falcı olduğuma inanıyordu. Benim hakkındaki bu yersiz propagandayı İngiliz hasta- | ve dötkü. Tahta iskele üzerinde | oğundular. Damlayan suları, artık penbeleşmeğe yüz tutmuş etleri ti- zerinde yaydılar.. Dağıttılar. Er - kek, testiyi, denize — ayaklarını sokmadan, tuzlu su ile doldurup, bir zenci kukuletası gibi başında nesindeki hastabakıcılar yapmış - lardı. Hepiniz bilirsiniz ki iskambil falr, kahve falr uydurma şeyler- dir. Bunlara karşı gösterilen alâ- ka ve rağbet, — teselli ve ümidin insanlar üzerinde ne kadar kuv- vetle hâkim olduğunu gösterir. Çok defa bile bile aldanmak isteriz. — Yalan da olsa söyle ne ho- şuma gidiyor, “Tatar ağası,, hi- kâyesini bilirsiniz. Falcılar nebi- lirler, ne bilebilirler? Hemen he- men hiç bir şey ... Onlar ekseri- ya zeki insanlardır. Karşıların - da ümit, hakikat ve teselli dile - nen kimsenin vaziyetini, duygu- larını çok defa kuvvetle kavrar- lar ve ondan sonra İlâstik gibi i- ki tarafa da çekilebilen sözlerle tahminlerle konuşmağa başlarlar. Çok defa — söyledikleri o kadar hakikate benzer, yahut o kadar hakikate yaklaşır ki insan hayret eder. Ben de böyle Maltada can sı- kıntısile başlayan bu falcılık he- vesi, biraz sonra ciddi bir mahi- yet alrvermişti. Tesadüf — buya, hastahnede ne kadar — hemşire varsa hepsinin falında muvaffak volimüş, İsabet — etmiştim. Artık bana ermiş bir adam gibi bakı- yorlar, beni memnun etmek için her şeyi yapıyorlardı. Fal yüzünden — hastahanedeki rahatım pek mükemmeldi. Kendi mi bir esir değil, Malta adasının prensi sanryordum. Bir dediğim iki olmuyor, zil çalar çalmaz o- dama beş altı kız birden dolu - yordu. Fakat ne yazık ki bu prenslik bir ay sürdü. Rahatsızlığım ge - çince beni kaça iade ettiler. Bu- radaki hayatımız sefilâna idi. Maltızlı uşakların bize bakma- ları kâfi gelmiyordu. — Gene her işimizi kendimiz görüyorduk. Bu mahrumiyetlerle dolu hayata ta - hammül etmek çok zor geliyor - du. Fakat memleketin mukad - deratında rol almış, siyaset sahne- sinde en fazla kalmış, adları sene- lerce dillerde dolaşmış, — yüksek şahsiyet sahibi bir çok insanların böyle bir araya toplanmış olması ve bu adamlar arasında yaşanma- s1 teselli veren biri oluyordu. İngilizler bizi Maltaya neye sür- müşlerdi?. Bunda bir gayeleri var- dı. Ve bu gaye hiç de bizim le - tutarak İikır likir kendi üzerine | himize değlidi. Biz muvakkat bir de akıtıyor, ve “ooh! ooh! diyor-| du... Denizden de böyle istifade etmeli... Deniz gibi yoktur..,, * Fakat tahta iskeleden kabinele. rine doğru yürürken: — Yalnız, diyorlardı. şu kayabalıkları olmasa.. Yanlarından — geçerken gelişi güzel bir söz fırlatarak gitmiş o- lan delikanlı, bu iki tabiat âğıkı- nın bugünkü saadetlerini Yalnız azıcık olsun bulandırdığından haberi bile yoktu. — H. M. müddet için memleketten uzaklar tırılmıştık. İngilizler, bizim mem * leketle alâkamızı kesmek için ter * tip ettikleri birinci plânı muvaffa- kıyetletatbik — etmişlerdi. Şimdi ikinci safhaya aid tatbikat kalı * yordu. İngilizler, bir kaç aylık bir müd- detten sonra ikinci plânlarını dâ ele aldılar. Bu plân şöyle tatbik © dilecekti: (Devamı var). y

Bu sayıdan diğer sayfalar: