30 Eylül 1936 Tarihli Son Posta Gazetesi Sayfa 7

Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

Yugoslavya mektupları: LK Dubrovnik şehri Adriyatiğin pırlantasıdır Senelerce Osmanlı Devletine haraç veren Dobra Venedikte o vaziyeti hatırlatan kavuklu bir mezar taşıdır Yazan: E. Talu Vapurumuz da - racık bir boğaza gir- di. Bir yanımızda upuzun bir ada.. Ö - bür tarafta girintili, çıkıntılı. Dalmaçya Bahili. Fakat burada sa - hil biraz daha gü - zelleşiyor. Daracık ağızlı körfezler, ulu dağların arasında 0- lanca mavilikleri ile insanın yüzüne gü - lüyorlar. Bütün — yolcular güvertede. O bor - dadan ötekine ko - şup, ellerindeki dür- bünlerle, her lâhza değişen —manzarayı geyrediyorlar. Yanımızdan, içe - risi hayat ve neşe kaynağı, kadınlı er - kekli gençlerle do - lu bir kotra süzüle: rek geçiyor; bin bir koydan bir tanesina sapıp derhal gözden kayboluveriyor. Dubrovniğe çıkacak olan yolcuların eşyası güverteye dizilmeğe başladı. Yu- goslavyanın centilmen süvarisine te - şekkür ve veda ediyoruz. Vapurdan, kamaralarından, yemeğinden, hizme - tinden, her şeyinden cidden memnunuz. Bu memnuniyetimizi yüzümüzden an- lıyan süvari de vazifesini iyi ifa eden - lere mahsus bir hâz duyduğunu yanık yüzünde beliren geniş bir tebessümle izhar ediyor. Mihmandarımız ve döstümuz Luka- şeviç telâşta: Belki on beşinci defadır eşyamızın kaç parça olduğunu sayıyor. Herkes, en kıymetli malını kendi ya- nma almış: Asım Us şemsiyesini, Fa - lih evrak çantasını, Ahmet Emin deniz mayosunu, Kâzım yağmurluğunu, ben de neşemi.. Vapur fazla oynamadan İi- mana geldi ya? Keyfim yerinde! Derken, epey geniş bir körfezden içeriye giren vapurumuz şehri düdük- le selâmladıktan sonra rıhtıma yanaş - tı. Karşımıza çıkan memurlardan al - dığımız ilk malümat fena! Son günler- de buraya o kadar çok seyyah gelmiş ki, oteller tıklım tıklım dolu imiş.. Mihmandarlarımız yüzlerini ekşitti- ler. Ya, ineceğimiz otelin idaresi, yer peylemek için çektiğimiz telgrafı al - madı ise?. Hemen birer otomobile binip karar- laştırılan otele kadar gittik. Direktör: — Telgrafınızi aldık amma, dedi, e- sasen odamız yoktu ki ayıralım! — E, ne yapacağız? Baylar bizim mi- safirimiz.. Memleketin misafirleri.. — Bu gecelik, yalnız iki oda ve rebilirim. — Olmaz! Yedi kişiyiz! — Odaların biri geniştir. O suretle üç kişi burada kalır. Ötekiler, liman - daki başka bir otele giderler. İhtiyaten o otele biz haber vermiştik.. Üç oda da orada ayıracaklardı. Kâzım Şinasi, Falih, bir de ben kal- dık. Asım, Emin ve mihmandarlarımız öteye gittiler. Ayağım karada olduk - tan sonra, geceyi bir şezlongun üzerin- 'de memnuniyetle geçirecektim!. İdeal bir yol arkadaşı olan Kâzımla beraber geniş odayı biz aldık. Bunun bir de denize nazır balkonu vardı. O- rada içtiğim kahve ve siğara bana se - yahatimizin o ane kadarki yorgunluk- larmı unutturdu. Ertesi sabah şehri gezmeğe çıktık. Dubrovnikte mazi ile hal biribirile hefis surette imtizaç etmiştir. Türk ta- rihinde Dobra Venedik diye anılan ve beynelmilel Ragusa diye şöhret bulan - bu belde, uzun seneler, istiklâlini ve huzurunu muhafaza edebilmek için Osmanlı devletinin himayesine sığın - miş ve ona haraç verirdi. Bugün, o vaziyeti hatırlatan, eski darphane binasının damı üstünde di - kili duran kavuklu bir mezar taşıdır. Şehir Sergius dağının eteğinde, ma- vi atlastan bir mahfaza gibi duran de - nizin kenarına yerleştirilmiş bir dizi inciyi andırır. Osmanlı gemicilerinin akınlarına hail olamıyan kalesi, burçları ve bedenle - rile hâlâ yerli yerindedir. Rektör ün - Muharririmiz Dubrovnik'te Palmiyelerin altında vanını taşımış olan Ragusa cumhurre- islerinin 'sarayı da olduğu gibi duru - yor. Keza şekli değişmemiş dümdüz ve dapdaracık sokaklardan Kralje Petro meydanına sapıyorsunuz. Bu meydan fevkalâde enteresandır. Bir tarafta şa- dırvan şeklinde eski bir çeşme.. Önün- de güvercinler dolaşıyor. Solda, mahut haraç dükalarını kesen darphane, Tâ nihayette, deniz kıyısında, Dub rovniğin yerli, yabancı en kibar hal kını bir araya toplıyan şehir gazino suna varmazdan önce, orta çağda ku rulup, istiklâlini tâ 1808 tarihine ka - dar muhafaza etmiş olan Ragusa cum- huriyetinin on beşinci asırda yapılmış hükümet sarayı var. Bunun mahzenlerindeki zengin ev - rak hazinesinde, tarihçilerimiz, Os - manlı tarihinin bazı fasıllarını aydın - latacak, kim bilir ne kadar vesaike te- sadüf edebilirler! Meşhur Yugoslavyalı şair Gundu - liçin heykeli de bu civardadır. O Gun- duliç ki, «İsmail ağanın ölümü» adlı şaheserinde epik şiir nev'inin en yük- aa B” Üs P eeeU ON Dr. T. Rüştü Aras Doktor Tevfik Rüştü Aras, babası - nın mahkeme reisi bulunduğu Çanak- kalede doğmuştur. Elli bir yaşındadır. Tıp doktorudur. Tahsilini Fransada ik- mal etmiş, harp esnasında sıhhiye u - mumi müfettişliğinde bulunmuştur. Kendisinde içtimai ve siyasi hayata karşı idealci bir incizap duygusu ol - duğu için daha Abdülhamit devrinde siyasi hayata ve Selânikteki İttil;a_t ve Terakki hareketine karışmıştır. İttihat ve Terakkinin ilk merkezi umumisinde bulunmuş, fakat, sonraları, fikir ayrı - lığı hasebile, İttihat ve Terakki teşki- lâtmdan uzakta kalmış ve passif bir muhalefet rolü oynamıştır. Atatürke karşı çok eskidenberi duy- muhtelif safhalarında muhtelif hiz - metlere çok faal bir surette iştirake sevketmiştir. Bugün hükümetimizin muvaffak bir Hariciye Vekili sıfatile Ayvrupanın bilâistisna her tarafında kendisini sevdirmiş ve saydırmış olan Doktor Aras, şimdi İskenderun mese- lesinin bizim görüşümüze muvafık bir şekilde hallini temin ile meşguldür. Gören bilen var mı? Anamı, babamı ve kardeşlerimi arıyorum 18 sene evvel, yani selferberlik es - İnasında 3 yaşımda idim. Bir vapurla İstanbula geldik. Ailem beni vapurda bir bohçacı kadına evlâtlık verdi. Fa-| kat bohçacı beni vapurda unuttu. Za - bıta tarafından bulundum. Mütekait bahriye zabitlerinden Hasan tarafın - dan evlât alındım, büyütüldüm. Şimdi evliyim. Yalnız köyümün Ovalıdam, ya hut Ovalıköyü olduğunu hatırlıyorum. Babamın ismi Mustafa, annemin Ay - şedir. Benden dört beş yaş büyük ne dört beş yaş küçük Abdullah ismin- rinin nerede, hangi vilâyette, bu kö - yün de Türkiyenin ne tarafında oldu- ğgunu bilmiyorum, Bana bu hususta iza- Fatih Hırkaişerif Fırın sokak No. 45 de bahriye mütekaidi Hasan vasıtasile Fatma sek bir nümunesini göstermiştir. Şehrin modern kısmında, sıcak ik - limlerin en nadide nebatları harikulâ- de bir hayatiyetle yerden fışkırmış, bü- yümüş, ekzotik bir manzara vermek- tedir. Yaz, kış buranın havası hemen he - men aynıdır, dediler. Görülüyor: Bu yüksek dağların durukları karla hiç bir zaman örtülmemiş. Şehri gezmekle doyamadık. Dal - de bizi hayran ediyordu. Fakat en çok bizi alâkadar eden şey, uzun ve zengin bir tarihin canlı, dip - diri şahitleri olarak duran ve adım ba- şında karşımıza çıkan âbideler oldu. Bunların üzerinde, sefere çıkan Dobra Venedik asılzadelerinin dönüşünü bek- liyen ceylân gözlü Dalmat kızlarının nemli bakışlarından birer iz arıyor - duk.., duğu bağlılık onu milli mücadelenin . Mehmet isminde bir afabeyim ve ge- de bir erkek kardeşim vardı. Kendile -| hat vereceklere minnettar kalacağım. |. maçya ahalisinin rengârenk kıyafetleri | tiyar bir kadın icra — Evlâdım abestli ağzımla sana dua ederim. Buluver şu besmelesizi de paramı al... memuruna söylüyor: V A nalu &l'/ — Huu! evlâdım, Akşemsettinde sa- kin, Hocanımın damadı olacak insafsız geldi mi? — — Sana söylüyorum memur oğlum, bilemezsin. Burası icra dairesi değil Kapalı çarşıda dükkânı var ! — Valde ne diyorsun! Allahınısever- ,sen, ; — A, a, üstüme iyilik sağlık, demin- den beri taşlara mı dert yanı_yorum? Başını kaldır da kulak ver, gelinim 0- nemlik bir oldular. Aklıma girdiler, tersim döndü, Kefenlik paramdan, ö - lümlük dirimlik yongamdan tam on beş kayme verdim. Gitti gider dâhi gi- ,(der, — İcraya müracaat ettin mi? — Yok... İşte ediyorum ya, sordum, soruşturdum. (O zaten dolandırıcının dikâlâsıdır. İeradan çıkmaz dediler de geldim. Haydi oğlum, abdestli ağzımla sana dua ederim, buluver şu besmelesi- zi de paramı al. - İcra mukayyidi defterden kaldırdığı başını «lâhavle» mânasına iki yana sal- lıyarak nihayet cevap verdi : — Valde hiç icraya böyle müracaat edilir mi? Sen avukata git, danış. — Abukata ne demeye danışayım, koca kadın 15 lira için yalan mı söy- liyeceğim. Siyah —çarşaflı ihtiyar — kadın - cağız söylene söylene öteki icra memu- runa doğru yürüdü. İstanbul icra daireleri bir tek salon- da toplanmışlar. Soldan birinci, ikinci, üçüncü ilâh.. yedi icra yanyana, karşı karşıya. İcra daireleri eshabı mesalih- le aralarına bir buçuk metrelik tahta- perdeler çekmişler. Alacaklı, barçlu, şahsı salis, vekil, müvekkil, kefil hep (içiçe, hep üstüste. Parmağında yüksüğü, belli ki bir ter- zi : — Bay mübaşir, şu bizim dosyayı bir Ççıkar bakalım. Para yatırdılar mı? İhtiyar bir kadıncağız : — Mübaşir Efendi birader, şu bizim dosya nerede? Sabahtan beri bulamı- yoruz. Kızın içine fenalık geldi, dışarı- da su içiyor. Damat olacak, bakalım na- fakayı yatırmış mı? Omuzlar son moda, elde baston ve güderi eldivenler, şık bir Bay: — Kardeşim nâasıl olur. Haeiz sıra - sında biz zaten itiraz ettik. Borcumuz borç ve lâkin vaziyetler malüm, Kriz ,mondiyal. Cümle mobilyamız bizim re- fikanın emvali sarihi. Kayinpeder mer- ,humdan cihaz olarak getirdiğini bilmi- ,yen yok. Çocuğu kucağında bir taze : vay. Haydi ben hakkımı istemiyorum, bari evlâdımın parasını versin. Melon şapkası kulaklarında bir mu- ,sevi vatandaş : — Nasıl olur efendim, o şirkete ça- lıştiğini Bursadaki sağır sultan bilir. Hem maaşım 120 liraya çıktı dive öte- deberide caka yapıyormuş. Bir avukat kâtibi : — Rica ederim memur bey geçen haf ta keşif yaptırdık. Hâlâ müzayede ilân- ları yapılmamış. Ve bir avukat. — Bana baksana canım, bizim mü- zayede neden geri kaldı. Vay demek yüzde yetmiş beşi bulmadı. Malümatı- mız olsun da. O gün Üsküdarda mah- hanı Hocanımın hayırsız damadı? Nasıl |, »mişler. Ben de yüzde yarım harcını yaz dim. Vezneye götür, kaydiye pullarını ke mi? Hafta yedi, gün sekiz buradadır. | ,yapıştır. Alacağının yüzde yarımi nis- lacak şıllıkla, Hocanım olacak cehen-| sin. Gün tayin ettirip davetiye gönde- ,Tirsin. İtirazın ref'ine karar alırsın. — 'O zaman haczi yaparız. — Gene mi yatırmamış ! Vay alçak | sorup durüyor. Hüsnü niyet sahibi bir icra memuru, yeldirmeli bir hatuna harıl harıl anla- tıyor : — Bak, şuraya kaydiye işareti çek - betinde harci da yatır, makbuzu al gel Deftere kaydedeyim. Mübaşiriyesini — verir, gönderirsin. İtiraz müddeti o : beş gündür. Yani on beş gün bekliye « ceksin, İtiraz edince, iki istida ile icra merci hâkimliğine müracaat edecek - Kadının hiç birşey anlamadığı, iza - hatı, biribirine karıştırdığı meydanda., Yumuşak yüzlü birine sormak içın geçti gitti. — Telâş etme Hemşire para gelmiş, — İcra memuru bunu söyler söylem dosya sevk defterine kaydediliyor. Mü- başir muhasebeye götürecek. Haftada iki gün para alınır. Pazartesi, çarşam- ba. O günlerde muhasebe ana baba gü- kememiz vardı. Yetişemedik, müvekkil ; y D” < nüdür. Defterle muhasebeye gelen ev- '.;_"' Arkğsmdan, muhasebeye götürül Hesabı çıkar, bordrosu doldurulur. Vez neye yanaşmak, mührü veyahut imza- yı basıp parayı almak meseledir. lan bir arkadaşa bu kadar müşkülâtın sebebini sordum. — Ne diyeyim, dedi, ne söylersem et- rafile kavrıyamazsın, Gel arkamdan. Bl rinci icranın esas defterine bakalım. Bu sene, yani | Kânunusani 936 dan beri kayıtlı, sonra sırasile bütün icralrı do- laşalım: 3200, 2900, 3300, 2700, 2500, 3600, Dokuz ayda yedi adet icra dai- iresine asgari 24500 dosya kaydedilmiş Eski senelerin müdevverleri de hesabı kat. Al ağzının payını, Bu kadar dos - ile tek bir vezne neylesin! Hem bu sade İstanbul Adliye sara - yındaki yedi icranın yekünu Bir de, her semtin icra dairesini düşün. İstan- bulun keenne yarısı alacaklı, yarısı borçg lu çıkar alimallah. Muhasebede sordum. Ayda aşağı yu- karı on bin dosya devrederlermiş. İcra veznesinin, gerek almak, gerek vermek suretile elden geçirdiği para vasati o- larak ayda 250,000 - 300,000 lirayı bu-! lurmuş. : İcra itiraz merci hâkimliğine yılda sati 800 - 1000 tanesi karara raptolu- nabilirmiş. Tİcra kanununda bazı madde tadilâtı- nın mevzuu bahsolduğunu ve bu. tadi- lâtın bilhassa icra muamelâtının serian halli çarelerini arayacağını gazetemiz yazmıştı. Bir avukatla bu meseleye dair şöyle konuştuk : — Üstadım, tadilât hakkındaki fik- riniz ? — Vallahi vaziyeti görüyorsun. Mu- nunun değişmesi, herhalde daha iki se- nelik bir iştir. Müsaade et te iki sene S0 riyete konulacak bir kanunu münaka- şa edeceğime muhasebeye gönderilen — evrakımın arkasından koşayım. zaklaştı. Kemal TAHİR rak, bir de örada varideye kaydolunur, , g ber İşi gücü, icrada alacak takip etmek 0- — y Pa eylül gayesine kadr 6000 küsur dosya — — yaya küçük kadrolu tek bir muhasebe ÖŞ * Li l v $ . > l Ze a T 2000 - 2500 dava gelir. Bunlardan va- İ Ek hakkak ve kökten bir tadilât ister. Ka« ı, neşri tarihinden 6 ay geçince me — Ve siyah cübbesini savura savura ue -

Bu sayıdan diğer sayfalar: