8 Ekim 1966 Tarihli Akis Dergisi Sayfa 31

8 Ekim 1966 tarihli Akis Dergisi Sayfa 31
Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

Milli Felâket Çevremde pek çok çocuk bu yıl sınıfta kalmıştı. Son- ra bir mucize oldu, tek dersten kalanlara yeni bir hak tanındı ve bir ders yılı süresince, bütünle- mede başarısız sayılan bu çocukların hepsi de birden başarılı oluverdi ve sınıfını geçti. Doğrusu, çocuklar bile bu işe şaşmışlardı. Gerçekten de, milli eğitim işlerimiz ve bu konu- da alınan kararlar çocukları bile şaşırtacak nitelik- tedir. Ben, çocukların yeni bir hakka kavuşup sınıf geçmelerine karşı değilim. Çünkü, ister böyle yeni yeni haklar ihsan edilsin, ister bu konuda en sert bir tutum uygulansın, eğitimde köklü bir reforma git- meden, sistemi ve e baştanbaşa değiştirmeden çocukları ' 'not alma" kaygusu ötesinde bir çalışma ve öğrenme zevkine kavuşturmak, eğitimi ve öğreti- mi memleket kalkınmasında faal bir faktör olarak kullanmak mümkün değildir. Çocuklara sınıf geçme not alma kaygusu ötesinde çalışarak öğrenme, düşünme, araştırma ve yaratma zevki verebilmek için, herşeyden önce ezberciliği bir kenara itip, uygulamayla öğrenme metoduna önem vermek, ders kitaplarını zevkli hale getirmek, bunun yanında, yardımcı kitaplarla ders saatlerini çocukla- rın ilgiyle bekledikleri saatler haline sokmak gere- kir. Ayrıca, köyden başlamak üzere, her eğitim yuva- sı, çevrede yaşıyan insanların, kendi şart ve özellik- lerine göre, hayatlarına birşey katabilmeli, hayatları- nı güzelleştirmede onlara birşeyler öğretme im- kânına sahip olmalıdır. Yani okuyanın okumı- yandan, gündelik hayatta bir farkı olmalıdır. Meselâ, köyde ilkokulu bitiren çocuk, o okulda, tarım ala- nında daha bilgili, daha becerikli olmalı veya eko- nomik hayatını geliştirecek bazı şeyler kazanmalı- dır. O okulda okurken, akşamlan kuran kursunun ze- hirli propagandalarına âlet olmıyacak kadar da uya- nık ve bilinçli hale sokulmalıdır. Köydeki eğitim ve öğretime verilecek yeni bir kimlik, elbette ki köy çocuklarının başka alanlara atılma veya yük- sek öğrenim yapma yeteneklerini ortadan kaldırma anlamına değildir. Tersine, üniversitelerde, babala- rının parasına dayanarak yirmi yılda üniversite biti- renlerin yerini, nereden gelirlerse gelsinler, uyanık ve kabiliyetli çocuklar almalıdır. Ve nereden gelirlerse gelsinler, ne öğrenirlerse öğrensinler, bu çocukların amacı, sadece, ayıya dayı deyip, yürüyüş yapıp, po- litikacıları etkileyip sınıf geçmek ve ceplerine birer diploma indirmek olmamalı, öğrendiklerini uygula- ma, öğrendiklerinden yararlanma ve toplumu yarar- landırma kaygusunu duymayı da bu okullarda öğren- melidirler. Bugüne kadar ülkemizde yapılan deneme- ler içinde bu amaca en çok hizmetedeni, hiç şüphe yok ki, köy enstitüleri olmuştur. Köy enstitüleri de- nemesi, köy çocuğundan tanınmış yazarlar, ülkenin her alanında varlıklarını gösteren kişilik sahibi kim- seler yaranda, köyü aşk ve bilgiyle (oağaçlandıran, köyde tarım sevgisini yaratan ve köyün her çeşit ih- tiyacına pratik şekilde cevap verebilen, fedakâr ve mütevazi, fakat yaptıkları hizmet bakımından de- ğerli insanlar yetişebileceğini de ispat etmiştir. Ne yazık ki, bugün yabancıların bizden örneğini kopya ettikleri bu kurumu, çıkarcı düşüncelerle yıktık ye her geçen gün biraz daha geriye doğru gitmede Milli Eğitim Bakanları arasında âdeta bir yarışma açtık. Çok yakında Konyada idim. Yalnız bu çevrede 30 bine yakın kuran kursu bulunduğu ve bunların ancak dörtte birinin kontrol edilebildiği söylenmek- tedir. Kontrolsüz kalanlarda çocuklara din adına şe- riat aşkı, hilâfet aşkı, Atatürk düşmanlığı aşılandığı ileri sürülmektedir. Zorla devam ettiği ilkokulda ez- bercilikten bıkan, not alma ve imtihan korkusuyla bunalan, bir ülküye doğru yönelme özlemi içindeki çocuk, bu açlıkla, ister istemez, böyle sapık yollara doğru kaymakta, bunu âdeta, yoksul hayatını ısıta- cak bir güneş, kişiliğine önem kazandıran bir kahra- manlık olarak kabul etmektedir. Akıl yolu dediğimiz yol kendisine daha olumlu ülküler aşılayabilse, kişi- liğine önem kazandıracak yararlar sağlasa, gerçek- ten yetişse, ezberlediğini düşünebilse, eksikleri araş- tırma merakına yöneltilse, bugün ilkokula yalnızca bir diploma almak için giden çocuklar, ailelerinin zo- ruyla kuran kurslarına devam da etseler, orada Oğ- retilenlerin etkisi altına girmez ve yeniden elifbaya sarılmazlar. Milli eğitim dâvamız her yıl biraz daha gerilemek- tedir. Bakanlığın bugün en olumlu icraatı, sınıfta ka- lan çocuklara yeni bir hak tarayarak, ana ve baba- ların kalplerini fethetmektir. Bu kadarına herkes razıdır. Yeter ki politikayı, kontrolsüz kuran kursla- rını korumağa kadar götürmesin ve Anadolunun dört bir köşesindeki halk kitaplıklarına gerici (yayınlar gönderme kampanyasına son versin. Hiç olmazsa, olduğumuz yerde duralım. Milli eğitim, milli felâket halini almasın. Jale CANDAN maşlardan yapılmış bu elbiselerin bakımı da kolaydır ve o yönden de, özellikle çalışan veya çok gezi- ye çıkan kadına büyük kolaylık sağ- lamaktadır. Şömizye elbiselerin ana çizgileri- ni koruyup, üzerlerinde oynamak ve bunlardan çok süslü' gece elbisele- ri yapmak da mümkündür. Böylece, önden açık olmayıp, yalancı stras düğmelerle süslenmiş şömizye tak- 8 Ekim 1966 lidi sade elbiseler bu mevsim çok modadır. Hattâ bazı şömizye elbi- seler, tıpkı erkek gömleklerinde ol- duğu gibi, reglân kolludur. Bunlar saf ipeklerden, emprime ipeklerden yapılmakta ve kış geceleri de giyile- bilmekledir. Ayrıca, süslü oşömizye elbiseleri birkaç renk ipekliden yap- mak da mümkündür. Bununla bir- likte, klâsik biçimde şömizye kol ve yakalı elbiseler saf (oipeklerden yapıldığı zaman çok giyimli olmak- ta ve gece kullanılmaktadır. Bu el- biselerde taşla işli düğmeler ayrıca güzel durmaktadır. Şömizye elbiselerle (o kullanılan ayakkabılar, spor veya giyimli, mu- hakkak küçük topuklu, rahat, mo- dern olmalı ve kıyafeti tamamlama- lıdır. Klâsik elbisenin başlıca özel- liği, kullanışlı oluşu ve her yaşta, her tipte kadına yakışmasıdır. 31

Bu sayıdan diğer sayfalar: