birbirini kovalamıştı: ““Neresine cop sokmuşlar?”” “Kim sokmuş?” “Neden sokmuş?””... Baba, cevap- lamaya çalıştıkça terlemiş, çocuk da her cevapta biraz daha afalla- mıştı. Bunun üzerine aile reisi, he- men kalem kâğıda sarılıp bir dilek- çe döşenmiş ve “böyle muzır haber- ler veren gazetenin”” satışının kısıt- lanmasını istemişti. İşte, ne olduysa ondan sonra ol- muştu. Dokuz bilirkişi; dokuzu da resmi bilirkişi, gayet resmi bir ha- vada toplanmış, fırsat bu fırsattır deyip epeydir muzır buldukları ga- zeteye “küçüklere zararlıdır”” dam- gası vurmaya resmen karar vermiş- lerdi. Gazete o kötü damgayı bir kez yedi mi, bir ay boyunca insan içine çıkamazdı. Vitrinlere konamaz, sergilere asılamazdı. Gizlenir, sak- lanır, paketlenir katlanır, “ayıp şeyler” satan bazı kuytu dükkân- larda çürümekle cezalandırılırdı. İş- te, İlyas Bey'in gazetesinin başına gelen de buydu. Ve zavallı gazete, sürüldüğü o kuytu dükkânda, acı acı sonunun geldiğini düşünüyor- du. Çünkü herkes bilirdi ki; bir “günlük”” için bir ay insan içine Çı- kamamanın kaçınılmaz sonucu ölümdü! Yukarıda anlatılan ve pek çok ki- şinin “Hadi canım, böyle şey olur mu!” diyeceği olay, şimdilik bir kurgu. Şimdilik diyoruz, çünkü ANAP'lı 109 milletvekili tarafın- dan imzalanan ve yakında Meclis'e sunulacak olan ““Çocukları muzır neşriyattan koruma kanun tasarısı”” kesinleşirse, gerçek olacak bir kur- Hedef günlük basın Bundan dört-beş hafta önce, ANAP iktidarı “müstehcenlikle savaş”” sloganıyla atağa kalktığında ve Keçeciler o ün- lü demecini patlattığında, kimse tehlikenin boyutlarını tam olarak kavrayamamıştı. Olay, uzun süre ANAP'”'ın malum muhafazakârlığı- nın bir tezahürü, ya da partinin içindeki ve dışındaki “selametçi- ler”e (tam da ara seçim arifesin- de) yaranmak üzere sarıldığı bir si- lah olarak değerlendirildi. Tartış- malar, neyin müstehcen olup neyin olmadığı, müstehçenliğe getirilecek kısıtlamanın boyutları etrafında döndü, durdu. Ama, ANAP'”'lı Ata Aksu, elinde ““Küçükleri muzır neş- riyattan koruma”” yasa tasarısıyla ortaya çıkınca, tehlikenin gerçek boyutları da ortaya çıkacaktı. ANAP'”ın amacı, Prof. Uğur Ala- cakaptan'ın Nokta'ya dediği gibi, müstehcenliğin çok Öötesinde, “müstehcenlik kisvesi altında bası- na yeni bir baskının getirilmesi; hü- kümetin eline basını susturmak için son derece etkili gizli silahlar veril- mesiydi.”” Hedef, sanıldığı gibi yal- nızca bazı erkek dergileri değil, günlük basındı. “Eğer amaç, yalnızca müsteh- cenlikle mücadele ise, TCK”'nın il- gili maddeleri ne güne duruyor?” diyordu hukukçular. Gerekirse bu maddeler değiştirilebilir, müsteh- cenlik tanımı somutlaştırılabilir, yasaya işlerlik kazandırılabilirdi. Ama amaç, Gazeteciler Cemiyeti Başkanı Demirkent'in dediği gibi, “üzüm yemek değil, bağcıyı döv- mekti.”” Bu yüzden de bu yapılmı- yor, yeni bir yasa tasarısıyla orta- ya çıkılıyordu. Çocuk maneviyatına zararlı. ANAP tasarısı 1927'den beri zaten yürürlükte olan bir yasaya bazı de- ğişiklikler getiriyordu. Neydi bu değişikliklerden sonra ortaya çıkan durum? Yasa, Başbakanlık bünyesinde, hükümetin denetimi ve etkisi altın- da 9 kişilik bir resmi bilirkişi kuru- lu oluşturulmasını öngörüyordu. Bu resmi kurul, Türkiye'deki bütün yayınları inceleyecek ve 18 yaşından küçüklerin maneviyatı üzerinde za- rarlı olup olmadığına karar vere- cekti. ““Çocukların maneviyatı üze- , rinde zararlı” kavramı, müstehcen — yayınlarla sınırlı değildi kuşkusuz. Ruhsal, ahlaki, fikri, dini hatta si- yasi tüm “zarar”'ları kapsıyordu. Zararlı olduğuna karar verilen ya- yına önce bir ihtar veriliyor, ikinci bir ihtar daha yerse, derhal ““Ço- cuklara zararlıdır”” damgası basılı- yordu. Bu damgayı yemek ise, fii- len kapatılmak demekti. Çünkü o zaman normal bayilerde satılması yasaklanmış olacak, yalnızca özel ruhsat almış bayilerde satılabilecek- ti. Ayrıca bu durumda yayıncı, ya- yının fiyatının yüzde 40'ı kadar da toplu konut kesintisi ödemek z0o- runda kalacaktı. Toplu konut ke- sintisine ödenen yüzde 40”'ın fiyat- lara ekleneceği düşünülürse, yükse- len fiyat, satışı daha da düşürecek- ti. Ayrıca, bir şehirde kaç bayie ve hangi bayilere özel satış ruhsatı ve- rileceği de valilerin keyfine kalmış bir şeydi. ““Bu tür yayınların kökü- ne kibrit suyu ekmeye kararlı”” bir vali, pekâlâ, 1 milyon nüfuslu bir kentte sadece şehrin varoşlarında- ki birkaç bayie bu ruhsatı vermek- le yetinebilirdi. günlük basın üzerinde nasıl De- moklesin kılıcıgibi sallandığını an- layabilmek için birkaç ay geriye gi- dip bir basın taraması yapmak ve “eğer yasa yürürlükte olsaydı ne olurdu?” sorusunu sormak yeter- liydi. Eğer bu yasa yürürlükte olsaydı, örneğin, Milliyet gazetesinin 21 Ocak tarihli ““Din dersinden kork- tu, dinini değiştirdi”” haberiyle bir ihtar yemesi işten bile değildi. Öy- le ya, din dersinden korkan birçok çocuğa Müslümanlıktan vazgeçme alternatifi gösterilmiş olmuyor muydu? Aynı gazetede altı gün son- NOKTA 23 ŞUBAT 1986 27