SİNEMANIN VAZGEÇİLMEZ TÜRÜ: WESTERN Amerikan kovboyları Aslan Gene Avtry... TV ekranlarından sık sık izlediğimiz kovboy filmlerini Yanı sıra bu hafta da Moda Sineması'nda 'Ywestern öj filmleri toplu gösterisi” düzenleniyor. inemada bizim kovboy filmi dediğimiz ve sözcük anlamı “batı ile ilgili, batıya ilişkin” de- mek olan western, sinema ansiklo- pedilerinde, konusu Amerika'nın Pasifiğe doğru uzanan batısının uç- suz bucaksız topraklarında geçen ve bu ıssız, verimli bölgelere yerleşme- ye çalışan öncülerin serüvenlerini anlatan film olarak tanımlanır. Tü- rün içeriğini çok iyi “anlatan” wes- tern, bir anlamda Amerikan sinemasıyla özdeşleşmiştir. zın başlarına kadar Amerika'nın doğusundan batıya doğru başlayan göçleri “beyaz adamın” kıtanın asıl sahibi yerlilerden gasp ettiği bu top- raklara yayılmasını konu edinen western sineması, doğayla sıkı-fıkı ilişkisi nedeniyle gerçek çevre ve de- korlara — gereksindiğinden, 1907'lerde sadece Los Angeles'in küçük bir kasabası olan, bugünün sinema merkezi Hollywood'un do- ğuşuna bile neden oluyordu. Grif- fith'den John Ford'a kadar çeşitli iywood yapan sterndir! 1825'lerden yüzyılımı- wes , doğası kovboy filmi dekoruna son derece uygun Holly- Amerikalı sığır çobanlarının perdedeki en ünlüsü ve en tutucusu John Wayne'di Yıllar yılı geniş seyirci yığınlarınca sinemanın en çok ilgi gören türü olagelen westernin son dönemdeki gözde kovboyu Clint Eastwood wood sayesinde ilk kez doğanın, a vanın görsel ve plastik de- ğerlerini anlayıp kulanıyorlar, dur- madan gelişen teknik olanaklarla westernin özgün biçimi de gittikçe belirginleşiyordu. 1930'larda sesli sinemayla birlikte ilk başyapıtları- nı veren western türü, 1950'lerdeyse geniş perde sisteminden de yararla- nıp rengin devreye girmesiyle daha bir etkileyicilik ve canlılık kazanı- yordu. Hawks ya da Henry King vb. gibi yönetmenlerse olgunluk ça- ğına giren westerne, doğaya yine bağlı kalmakla birlikte, dekorun ya da “atmosferin” getirdiği ruhbi- limsel bir boyut da katıyorlardı. Batıya git genç adam! Sayısız ci- nayete, acı ve kıyımlara dayanan batıya yayılma sürecinin yarattığı kişi ve olayların çeşitli efsanelere, destanlara dönüştüğü western film- leri, Avrupa'nın sağlam kültür kö- kenlerine, geleneklerine sahip ol- mayan Amerika'nın yakın tarihsel dönemini yansıtan biricik avuntu- su ve övüncü olarak gittikçe popü- lerleşiyordu. Aslında işlenen belli başlı temanın “bir ulusun doğuşu ve gelişimi” olduğu western fil lerinin bunca yaygınlaşıp ilgi mesi, tarihsel bilincine sahip olmak isteyen sıradan Amerikalının arzu- su doğrultusundaydı. Bu genel te- ma çerçevesinde, yeni bir kıtaya ayak basan göçmenlerin batıya ya- yılmaları, doğaya ve ilkel koşulla- ra uymaları, Kızılderililerle savaş- ları ve yerleşmeleri yer alıyordu. İç savaş, altına hücum, bakir Kalifor- niya'nın fethi, kentlerin kuruluşu, posta arabaları ve kıtanın iki ucu- Penn'in Kızılderililerden yana çıkan "Küçük Dev Adam"ında Dustin Hofman oynuyordu nu birbirine bağlayan demiryolu- nun inşası gibi kısacık ABD tarihi- nin dönüm noktalarının ele alındı- ğı westernlerde, “taşı toprağı altın” batıya gidenin köşeyi döndüğü bir “fırsatlar ülkesinin” övgüsü yapı lıyordu. Günümüzde de TV ekran larının ve beyazperdenin vazgeçile meyen gözdesi westernin gerel ramanları, gerek öyküsü, gerekse dramatik yapısı bakımından, ideo- lojisi gereği belirgin bir şematizme düşmesine tepki olarak 60'lı yıllar da doğan, özellikle İtalyan Sergio Leone'nin başını çektiği Latin ya- pımı “bol kanlı ve salçalı”” spaghet- ti western'ler ise türe farklı bir çeş- ni getiriyordu. Bu arada yurdunda dikiş tutturamamış Clint Eastwood da İtalya'da kazandığı ününü, 70'lerde John Wayne'den boşalan en kahraman kovboy tahtına yer- leşerek sürdürüyordu. Madalyonun ters yüzüne gelin- ce... Westernin başlıca kişilerini, öncüler, kovboylar, Kızılderililer, avcılar, maden arayıcılarla yasadışı yaşayanlar oluşturuyordu. Ayrıca Mmemur sınıfına sokulabilecek şerif, yargıç ve haydut avcılaşıyla doktor, bar sahibi, iyi kalpli fahişe ve ku- marbazlara da sıkça rastlanıyordu, bir de yerlilerin hep hakkından ge- len askerler ve süvariler westernin temel kahramanlarındandı. ABD” nin belli bir tarihsel sürecini yansıt- makla birlikte, western filmlerinin, Kızılderili kıyımları, büyük toprak sahibi ağaların küçük köylüleri, or- tadirek göçmenleri ezmesi vb. gibi dönemin sorunlarına dürüst ve ger- çekçi bir biçimde yaklaştığı söyle- nemez. Çünkü 1950-60'lara dek westernlerdeki Kızılderili hep öldü- rülmesi gereken bir vahşi olarak gösteriliyordu. Delmer Daves'in Kı- rık Ok, Ralp Nelson'ın Mavi A: kerler ya da Arthur Penn'in Küçük Dev Adam'ı gibi, madalyonun ters yüzünü çevirerek yerlilerden yana çıkan ve ABD tarihini yeniden göz- den geçirmeye girişen gerçekçi wes- ternlerle alışılmış kalıplar ilk kez kı- rılıyordu. Pazar günü TRT ekra- nında, Gary Cooper'la Burt Lan- caster gibi gözünü para hırsı bürü- müş Amerikalı “gringo”'ların imp. Maximilian dönemindeki, ihtilale gebe Meksika ortamında geçen se- rüvenlerini görüntüleyen Vera Cruz adlı ilginç westernini izleyeceğimiz Robert Aldrich de, ilk filmi Apache-Asi Cengâver'le — taa 1954'lerde yerlilere yapılanları dra- matik biçimde perdeye aktararak sinemada benzer çalışmalara yol geçen olayları çoğunlukla kasaba- hları yıldıran, çiftlik basan, sürü kaçıran kötüler ya da yerliler baş- latıyor, tabanca, yumruk, kovala- maca ve hesaplaşmadan sonra «“nihai”' çözüm hep iyilerden yana “tecelli ediyordu”. Gary Cooper'dan Paul New- man'a. Hollywood, batının ünlü kişilerini efsaneleştirirken gerçek- lerden uzak durmayı benimsiyordu. Örneğin Wild Bill Hickock'un sev- gilisi Calamity Jane'in gerçek fo- toğraflarıyla, onu perdede canlan- dıran Jean Arthur, Jane Russel ya da Doris Day gibi dilberlerin gö- rüntülerinin en ufak bir benzerliği yoktu. Hollywood batının çoban- İarını perdeye aktarmak için de ya- rım yüzyılı aşkın bir süredir Gary Cooper'dan Alan Ladd'a, John Wayne'den Audie Murphy'ye, Henry Fonda'dan Glenn Ford'a, Joel MacCrea'dan Randolph Scott'a, Robert Taylor'dan Robert Redford'a ve James Stewart'tan Paul Newman'a dek yığınla yakı- şıklı aktörü kullanıyordu. Öğreni- mini İngiliz üniversitelerinde ta- mamlamış bir Gary Cooper, perde- de herkesin benimsediği efsanevi bir kovboy olarak sinema tarihine geçiyordu. Cooper efsanesi özellik- le Zinnemann'ın High Noon- Kahraman Şerif'iyle doruğuna ula- şıyordu. Bu filmde öğle güneşi al- tında haydutları ve ölümü bekleyen şerif Cooper, kimi sinema yazarla- rına göre o dönemde estirilen McCarthy damgalı siyasal “cadı kazanlarına” karşı direnen vatan- daşı da simgeliyordu. Sinclair Le- wis'le Dore Schary'nin 1944'te yaz- dığı hiçbir zaman çevrilmemiş “Storm in the West-Batıda Fırtına” adlı ilginç bir western se- naryosu, matrak bir biçimde döne- min dünya panoramasını veriyor- du. Çünkü senaryodaki Hygatt (Hitler), Mullison (Mussolini), Ger- rett (Göring) ve Gribbles'den (Go- ebbels) oluşan kötü adamlar çetesi bahtsız Poling'i (Polonya) devirip açıyordu. Türün kal ve yozlaşmış ürünlerindeki şematizm, sonunda iyilerin mutlaka kötülere üstün geldiği kaçınılmaz bir mutlu sona bağlanıyordu. Genellikle bir yanda atı, silahı, sevgilisi ve yardımcısı-arkadaşını yanına alan yanına Franson'u (Fransa) sırtından vur- duktan sonra, başarısız şerif Cham- bers'in (Chamberlain) yerini alan inatçı yeni şerif Chancel (Churehill) ve yoldaş Slavin'le (Stalin) uğraşır- ken, kızı Pearl'ün (Harbor tabii ki) ovboy kahr öte yan- la devreye giren Uly- daysa karşısına çıkan kötü adam, haydut ve Kızılderililerin yer aldı- ği bu çeşit westernlerde çöl, çiftlik, ova, kasaba ya da bar dekorunda sse Saunders'in (US yani ABD) kahramanlıklarına karşı koyama- yarak yeniliyordu... Sungu ÇAPAN NOKTA 16 AĞUSTOS 1987 7İ