16 Temmuz 1966 Tarihli Akis Dergisi Sayfa 19

16 Temmuz 1966 tarihli Akis Dergisi Sayfa 19
Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

franga tuvalet, bir küçük lavabo ve bir geniş odadan müteşekkildi. Odanın bir tarafında, gömme dolap duruyordu. Eski türk evlerinde olduğu gibi. Yatak, dolabın içindeydi. Akşam olunca şilteleri oradan çıkarıp yataklarımızı yere serdiler. Japon evlerine gidildiğinde, eğer misafir muteberse, ev sahibi ona iki şilte se- rermiş. Bizim köylerde de, âdet bu değil midir? Otelde, tabii bu biraz daha modemnleştirilmiş. Şiltenin altına bir Dunlopillo koyuyorlar. Gündüzleri, yatağın yerinde, yani odanın ortasında bir alçak, fakat geniş masa bulunu- yor. İskemle yok. Yerler, hasır. İçeri girilirken ayakkabılar çıkartılıyor. Antrede iki çift ter- lik var. Japon evlerine gittiğimizde oralarda da terlik ikram ettiler. Geyşa evlerinde de öyle.. Yatak odasının japon evlerinde bir başka özelliği mevcut. Bunların bir köşesi, şeref kö- şesi. Şeref köşesi, içerlek bir kısım. Ekserisine bir küçük basamakla çıkılıyor. Zaten, bir iki metre karelik bir yer. Oraya, ev sahibi bir mu- tena şey koyuyor. Bir çiçek, bir vazo. Odayı, oradaki süs güzelleştiriyor. Evlerin çıplaklığı- nı şeref köşesi kısmen gideriyor. Zira, gerçekten, yerde hasırdan başka bir şey bulunmadığı, mobilya olmadığı ve bütün eşya çok alçak bir masadan ibaret olduğu için japon odaları biraz çıplak kalıyor. Bunu, pen- cerelerin, yani pencerelere cam niyetine takıla- nın kâğıt olması kısmen kapatıyor. Yemek, o alçak masanın etrafında, yere oturularak ye- niyor. Japonlar, küçük yer minderleri de kul- lanıyorlar. Odaların dekoru bundan ibaret bulundu- ğgundan şeref köşesinin süsü daha fazla önem kazanıyor. Anlattılar. Çok zengin Japonların evlerinin öteki japonların evlerinden farkı, bu köşeye konan şey olurmuş. Mesela, bir vazo koyarlarmış. Kıymeti 20 bin dolar. Bir süre sonra onun yerini bir işleme alırmış. Kıymeti 15 bin dolar. Japon gösterişten değil de, sükü- netten ve incelikten hoşlanıyor. Tanıştığımız bir zengin japon anlattı. Tokyodaki, evi oav- rapa tarzındaymış. Ama, evde bir de "japon da- iresi" varmış. "— Akşam, yorgun geldim mi, bir sosyal mükellefiyetim yoksa oraya çekilirim, sırtıma yukatamı geçiririm, bağdaş kurup dinlenirim. Bu, günün bütün sinir gerginliklerini giderir.." Yukata, bir nevi robdöşambr. Fakat kesi- mi onu çok rahat hale sokuyor. Bir çok otelde bu yukata sarfiyatı, avrupa otellerindeki si- gara tablası sarfiyatı gibi bir şey. Odaya girdi- ğinizde, yataklarınızın üzerinde bunlardan bi- rer tane buluyorsunuz. Strelize edilmiş plastik torbalar içinde. Eh, bundan iyi hatıra mı olur? Çok yukatanın yerinde, ertesi sabah yeller esi- yor ve turist onu bavuluna koyup gidiyor. Bize Osakadaki otelde verilen yukata pek hoştu. A- ma Allahtan, daha önce bana bir yukata hedi- ye edilmişti. Şimdi, muhteşem Royal Osaka ote- lini yukata giyerken değil, ayakkabımı giyer- ken hatırlıyorum. Zira, dolabın içinde, üzerin- de otelin ismi yazan upuzun bir çekecek vardı ki, doğrusu dayanamadım. Bu otellerden bi- rinde, müdüre sordum: "— Giden yukata masraflarını nasıl karşı- lıyorsunuz?" Güldü: "— Üzülmeyin, ödediğiniz faturaya giden yukataların ortalama bedeli eklenmiştir.." Kyotodaki japon odamızda, ısmarladığımız nefis çayları içerken o gelip orada yapıyorlar- bir yandan da televizyonda o günler Japonya- nın büyük ilgisini çeken bir spor olayını takip ettik. Bu, milli japon güreşi olan Sumo karşı- laşmasıydı. Bizim ilk seyrettiğimiz gün, kar- şılaşmaları İmparator da takip ediyordu. Te- levizyonda onu da, halk arasında gösterdiler. Halk İmparatoru ve İmparatoriçeyi hararetle alkışladı, karısının önünde giden Imparator da fötr şapkasını sallayarak kendisine tezahürat yapanları selamladı. Sumo bir acaip güreş. Ama, japonlar ba- yılıyorlar. Şampiyon Sumocular adeta birer milli kahraman. İlk önce, ben pek küçümse- dim. Spor olarak hiç bir marifeti yok. Sadece itişme. Adeta bir deve güreşi. Zaten Sumocu- lar da, kiloları 120 ile 130 arasında oynayan şişkolar. Sumoyu anlatayım. Şampiyona, onbeş gün devam ediyor. Her- kes, herkesle karşılaşıyor. Bir ring var. Rin- gin ortasında bir daire. Bu dairenin göbeğinde, iki çizgi. Güreşçiler bu çizgilerin üzerinde va- ziyet alıyorlar. Güreşçi deyince serbest veya greko ro- men güreşen, hatta Kırkpınarda yağlanan sporcuları hatırlamamak lâzım. Sumonun esa- sı, cüsse. Onun için sumocular korkunç göbek- liler. Enseleri, mideleri, göbekleri kat kat. Bal- dırları, normal bir insanın beli kalınlığında. Saçları uzun ve at kuyruğu gibi tepede toplu. Karınlarında, kimono kemeri gibi siyah bir ke- mer. Bu, bacaklarının arasından bir starlet bi- kinisi inceliğinde geçiyor ve ayıp yerlerini an- cak kapıyor. Televizyonda arkaları göründü mü, insan gülmeden edemiyor. İki tane, yarım dünya... Hakem, kimonolu. Başında bir takke, bi- 37

Bu sayıdan diğer sayfalar: