30 Temmuz 1966 Tarihli Akis Dergisi Sayfa 19

30 Temmuz 1966 tarihli Akis Dergisi Sayfa 19
Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

ingilizce konuşuyordu ve gayet tatlıydı. Üzerin- de son derece şık bir kimono vardı. Kimonosu- nun kuşak arkası uzundu. Maykoların bu, alâ- meti farikasıymış. Geyşaların kuşak arkası kı- sa olurmuş. Maykolarınki uzun. Fuminonun başında kocaman, iyi düzenlenmiş, siyah saç- lar vardı. Büyük iğneler dikkati çekiyordu. Bü- tün yüzünü bembeyaz yapmıştı. Sadece saçları- nın alnı önünde biten kısmıyla arkasına, ensesi- ne gelen kısmın ucu bizim tenimiz rengindey- di. Japon tiyatrosunda da artistler yüzlerini böyle, beyaza Doyuyorlar. Sanırım, bunun için pirinç pudrası kullanılıyor. Yahut, evvelce kul- lanılırmış. Makiyaj sanayiinin bu kadar ilerle- diği bir devirde muhtemelen o basit pudranın yerine de daha kuvvetli bazı terkipler bulup yapmışlardır. Japonyada büyük makiyajın, (kadınların yüzlerini böyle beyaza boyaması olması sebep- siz değildir. Bugünkü japonların ciltleri fazla san sayılmaz. Hattâ, gözlerinin çeltikliği ol- masa ve sadece renklerine bakılsa bir japonu bir avrupalıdan ayırmak kolay olmaz. Ancak, vaktiyle japonların derileri daha sarıymış ve san ırktan oldukları hemen belli olurmuş. Yü- zü beyaza boyamak, bu kompleksin verdiği bir netice, yarattığı bir moda. Yeni japon kadını gözlerinin fazla çekikli- ginden de memnun değildir. Bazı genç japon kızlarını gösterdiler ve gözlerinin ameliyattı olduğunu söylediler. Bilhassa Tokyonun meş- hur kabaresi Çopacabana'daki güzel hostesle- rin büyük çoğunluğu gözlerinin çekildiğini a- meliyatla azaltmıştı. Tıpkı, ameliyatla burun düzelttirmesi gibi bir şey. Biz, Nagoyada bu hissin tâ çocukluktan beri nasıl japon ruhuna yerleşmiş olduğunu bir sergide farkettik. Kaldığımız otel oldukça ga- rip bir oteldi. Çok katlı bir büyük binanın alt- taki katları çeşitli daireler, bürolardı. Son üç katı ve çatısı oteldi.Aşağıdaki katların birin- de japon çocukları tarafından yapılmış eserler- den mürekkep bir sergi bulunuyordu. Çocuklar ilkokul çağındaki çocuklarmış. Güzel, renkli, hattan kuvvetli, bazısı suluboya resimler yap- mışlardı. Resimlerdeki bütün kadın ve erkek- lerin, bilhassa genç ve güzel yapılmak istenilen kadın ve erkeklerin gözleri iri, kirpikleri uzun- du. Çocuk, içindeki arzuyu dile getirmiş, ara- larında yaşadığı insanların -kendi de, tabii on- lardan biriydi- gözlerini olduğu gibi, değil de, görmek istediği gibi çizmişti. Bizim Fuminonun makiyajının öteki ta- raftan da aşırıydı. Daha ziyade, sahneye çık- mış bir sanatkâra benziyordu. Benim sağımda, biraz gerim deydi. O da bir minderin üstünde, dizlerinin üzerine oturmuştu. Eski ve yaşlı gey- şalar ona zaman zaman usul ve kaide öğretiyor- lardı. Fuminoyla birlikte birbirimize kampai- ler çektik, saki sürahilerinin adedini kabarttık. Fumino kimonosunun katlarından birinin i için- den bir kartını çıkardı ve bana verdi. "Gion mayko-Fumino" yazıyordu. Ufacık, etrafı kır- mızı çizgili, yazılan kırmızı yazılmış, yan ta- raflarda san çiçek resimleri de bulunan bir karttı, bu. Maykolar ve geyşalar bunlardan ta- şırlar, hoşlandıkları müşterilerine verirlermiş. Fakat kartta adres veya telefon numarası gibi bilgiler yoktu. Dediğim gibi, bir geyşayı bir hostesle, yani bar konsomatrisiyle hiç karıştır- mamak lâzımdır. Fumino, gecenin bizim için tek tatlı sürp- rizi olmadı. Bir süre sonra, ondan biraz daha yaşlı, daha doğrusu olgun, otuzunun bile altın- da bir geyşa daha bizlere katıldı ve o, partinin ikinci erkeği olan bizim genç mihmandarın ya- nına oturdu, onunla ilgilendi. O da bir kartını uzattı. Adı Kitiyu i imiş.Maykoluk devresini ba- şarıyla bitirdiği ve geyşalık devrine girdiği ha- reketlerinden, rahatlığından, konuşkanlığın- dan anlaşılıyordu. Onun iltihakıyla gece daha bir neşelendi ve sıra oyunlara geldi. Geyşa Evlerinin bir özelliği, geyşaların misafirleriyle bir takım salon oyunları oyna- maları, onlarla oyun tarzında danslar etmeleri, onları yemeği takiben veya yemek sırasında böyle de eğlendirmeleri. Bizim oynadığımız o- yunlardan biri "Kompira Funehune" idi. Oo nu Fumino ile değil de, solumdaki daha yaşlı- ca bir geyşayla oynadık. Oyun da, hani öyle ahun şahım bir şey de- ğil. Eller yumruk yapılıyor ve bir kadınınki bir sizinki, bir sizinki bir kadınınki sırasında masanın kenarına konuluyor. Sonra, tempoy- la "Kompira Funehune.." filân denilerek bu eller öyle oynatılıyor ki sıra hiç bozulmuyor. En mahir olanlar bunu en çabuk yapıyorlar. Benim, yumruklarımı masa üzerinde doğru dü- rüst bir türlü yürütememem, başta, dikkatini üzerimden oyun esnasında bile esirgemeyen Fumino-san olduğu halde herkesi güldürdü. Buna mukabil aynı oyunu bizim mihmandarla Kitiyu gayet iyi oynadılar. Sonra, hep birlikte bir şarkıya geçtik. Şar- kı şöyle başlıyordu: Şiavaze nara teotatako Şiavaze nara teotatako Şiavaze nara taidode şi me Soyo sore minnade teotatako Böyle söyledikten sonra, hep birlikte el çırpılıyordu. "Teotatako" el çırpmak mânasına 53

Bu sayıdan diğer sayfalar: