ingilizce konuşuyordu ve gayet tatlıydı. Üzerin- de son derece şık bir kimono vardı. Kimonosu- nun kuşak arkası uzundu. Maykoların bu, alâ- meti farikasıymış. Geyşaların kuşak arkası kı- sa olurmuş. Maykolarınki uzun. Fuminonun başında kocaman, iyi düzenlenmiş, siyah saç- lar vardı. Büyük iğneler dikkati çekiyordu. Bü- tün yüzünü bembeyaz yapmıştı. Sadece saçları- nın alnı önünde biten kısmıyla arkasına, ensesi- ne gelen kısmın ucu bizim tenimiz rengindey- di. Japon tiyatrosunda da artistler yüzlerini böyle, beyaza Doyuyorlar. Sanırım, bunun için pirinç pudrası kullanılıyor. Yahut, evvelce kul- lanılırmış. Makiyaj sanayiinin bu kadar ilerle- diği bir devirde muhtemelen o basit pudranın yerine de daha kuvvetli bazı terkipler bulup yapmışlardır. Japonyada büyük makiyajın, (kadınların yüzlerini böyle beyaza boyaması olması sebep- siz değildir. Bugünkü japonların ciltleri fazla san sayılmaz. Hattâ, gözlerinin çeltikliği ol- masa ve sadece renklerine bakılsa bir japonu bir avrupalıdan ayırmak kolay olmaz. Ancak, vaktiyle japonların derileri daha sarıymış ve san ırktan oldukları hemen belli olurmuş. Yü- zü beyaza boyamak, bu kompleksin verdiği bir netice, yarattığı bir moda. Yeni japon kadını gözlerinin fazla çekikli- ginden de memnun değildir. Bazı genç japon kızlarını gösterdiler ve gözlerinin ameliyattı olduğunu söylediler. Bilhassa Tokyonun meş- hur kabaresi Çopacabana'daki güzel hostesle- rin büyük çoğunluğu gözlerinin çekildiğini a- meliyatla azaltmıştı. Tıpkı, ameliyatla burun düzelttirmesi gibi bir şey. Biz, Nagoyada bu hissin tâ çocukluktan beri nasıl japon ruhuna yerleşmiş olduğunu bir sergide farkettik. Kaldığımız otel oldukça ga- rip bir oteldi. Çok katlı bir büyük binanın alt- taki katları çeşitli daireler, bürolardı. Son üç katı ve çatısı oteldi.Aşağıdaki katların birin- de japon çocukları tarafından yapılmış eserler- den mürekkep bir sergi bulunuyordu. Çocuklar ilkokul çağındaki çocuklarmış. Güzel, renkli, hattan kuvvetli, bazısı suluboya resimler yap- mışlardı. Resimlerdeki bütün kadın ve erkek- lerin, bilhassa genç ve güzel yapılmak istenilen kadın ve erkeklerin gözleri iri, kirpikleri uzun- du. Çocuk, içindeki arzuyu dile getirmiş, ara- larında yaşadığı insanların -kendi de, tabii on- lardan biriydi- gözlerini olduğu gibi, değil de, görmek istediği gibi çizmişti. Bizim Fuminonun makiyajının öteki ta- raftan da aşırıydı. Daha ziyade, sahneye çık- mış bir sanatkâra benziyordu. Benim sağımda, biraz gerim deydi. O da bir minderin üstünde, dizlerinin üzerine oturmuştu. Eski ve yaşlı gey- şalar ona zaman zaman usul ve kaide öğretiyor- lardı. Fuminoyla birlikte birbirimize kampai- ler çektik, saki sürahilerinin adedini kabarttık. Fumino kimonosunun katlarından birinin i için- den bir kartını çıkardı ve bana verdi. "Gion mayko-Fumino" yazıyordu. Ufacık, etrafı kır- mızı çizgili, yazılan kırmızı yazılmış, yan ta- raflarda san çiçek resimleri de bulunan bir karttı, bu. Maykolar ve geyşalar bunlardan ta- şırlar, hoşlandıkları müşterilerine verirlermiş. Fakat kartta adres veya telefon numarası gibi bilgiler yoktu. Dediğim gibi, bir geyşayı bir hostesle, yani bar konsomatrisiyle hiç karıştır- mamak lâzımdır. Fumino, gecenin bizim için tek tatlı sürp- rizi olmadı. Bir süre sonra, ondan biraz daha yaşlı, daha doğrusu olgun, otuzunun bile altın- da bir geyşa daha bizlere katıldı ve o, partinin ikinci erkeği olan bizim genç mihmandarın ya- nına oturdu, onunla ilgilendi. O da bir kartını uzattı. Adı Kitiyu i imiş.Maykoluk devresini ba- şarıyla bitirdiği ve geyşalık devrine girdiği ha- reketlerinden, rahatlığından, konuşkanlığın- dan anlaşılıyordu. Onun iltihakıyla gece daha bir neşelendi ve sıra oyunlara geldi. Geyşa Evlerinin bir özelliği, geyşaların misafirleriyle bir takım salon oyunları oyna- maları, onlarla oyun tarzında danslar etmeleri, onları yemeği takiben veya yemek sırasında böyle de eğlendirmeleri. Bizim oynadığımız o- yunlardan biri "Kompira Funehune" idi. Oo nu Fumino ile değil de, solumdaki daha yaşlı- ca bir geyşayla oynadık. Oyun da, hani öyle ahun şahım bir şey de- ğil. Eller yumruk yapılıyor ve bir kadınınki bir sizinki, bir sizinki bir kadınınki sırasında masanın kenarına konuluyor. Sonra, tempoy- la "Kompira Funehune.." filân denilerek bu eller öyle oynatılıyor ki sıra hiç bozulmuyor. En mahir olanlar bunu en çabuk yapıyorlar. Benim, yumruklarımı masa üzerinde doğru dü- rüst bir türlü yürütememem, başta, dikkatini üzerimden oyun esnasında bile esirgemeyen Fumino-san olduğu halde herkesi güldürdü. Buna mukabil aynı oyunu bizim mihmandarla Kitiyu gayet iyi oynadılar. Sonra, hep birlikte bir şarkıya geçtik. Şar- kı şöyle başlıyordu: Şiavaze nara teotatako Şiavaze nara teotatako Şiavaze nara taidode şi me Soyo sore minnade teotatako Böyle söyledikten sonra, hep birlikte el çırpılıyordu. "Teotatako" el çırpmak mânasına 53