14 Ocak 1967 Tarihli Akis Dergisi Sayfa 17

14 Ocak 1967 tarihli Akis Dergisi Sayfa 17
Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

Bu, duruşmaların aleniyetini ihlâl ediyordu. Menderesin avukatı, basın hürriyetinin bir sa- vunucusu olarak fotoğraf çekmek hakkının herkese verilmesini istiyordu Burada, sanıklar arasında kulağıma gelen bir konuşmayı nakletmeliyim. Celâl Bayar o gün, tam önümde oturuyordu. Sanıklardan Sa- met Ağaoğlu salona biraz geç alındı. Başkan onu, Bayarın arkasındaki sandalyaya oturttu. Apaydın konuşurken lâfı uzatıyor, bazen başka şey söyleyecekmiş intiba doğuyordu. Ordu Film Merkezine fotoğraf çekmek müsaadesi ve- rilmesinin duruşmaların aleniyetini ihlâl ettiği- ni belirttiğinde Ağaoğlu endişeyle Bayarın ku- lağına eğildi ve eski Cumhurbaşkanı hayli ağır işittiğinden oldukça yüksek sesle dedi ki: "— Neden bundan bahsediyor, anlama- dım.. Bayar, eski bir komitacı sezişiyle şu mu- kabelede bulundu: — Halbuki, bu resim çekme işi kendi a- leyhlerine.." Apaydın meramının tamamını anlattığın- da Ağaoğlu tekrar Bayarın kulağına doğru eğildi ve : "— Evet, şimdi anlaşıldı.." dedi. Halk psikolojisini iyi bildikleri hiç bir za- man inkâr edilemeyecek olan Demokrat büyük- ler, teşhislerini doğru koymaktaydılar. O gün, sanıkların maneviyatını-yükselten çıkış bundan ibaret kalmadı. Başka avukatlar da buna yardımcı oldular. Mesela Celâl Yar- dımcının Orhan Arsal diye bir vekili vardı. A- dam, son derece müsait bir ses tonuna sahipti ve deli - dolu konuşmasını iyi biliyordu. Anlat- tığına göre "Çelâl' kendisinin çok eski bir ar- kadaşıydı ve "Celâl" iyi çocuktu. Orhan Arsal bir noktada Yüksek Divanın dikkatini çekme- yi görev biliyordu. "— Biz mahkemelerde silah görmeye alı- şık değiliz" dedi. Sonra devam etti. Müvekkili, ihtilâttan men edilmiş olmadığı halde esinin, çocuklarının yü- zünü beş aydır görmemişti. Bu, bir moral çö- küntüye yol açmıştı. Böyle bir çöküntünün i ÜzZe- rine, her bir sanığın etrafı silahlı askerlerle çevriliydi. Bu ortamda insanda maneviyat mı kalırdı, savunma gücü mü? Başkan derhal bir karar almalı, silahlı muhafızları salondan çı- karmalı, ancak ondan sonra duruşmaya başla- nılmalıydı. Adaletin üzerinde gölge vardı. Bu, kaldırılmalıydı. Konuşmanın, sadece salonda, tahta sandal- yaları üzerinde oturan sanıkları değil, onların ailelerini bile ne kadar coşturduğunu, şimdi, sanki dünmüş gibi hatırlıyorum. Kahramanca çıkış, hemen hepsinin benzine kan getirmişti. Böyle nutuklar D.P. milletvekillerinin bayıldı- $ı ve tesiri altına girdikleri nutuklar değil miy- di? Menderes onları bu tarz konuşmalarla çoş- turmaz mıydı? Gerçi Orhan Arsalı müvekkili Celâl Yardımcı mikrofon başında takip etti, avukatının hissi ve fevri konuştuğunu, çünkü kendisini çok sevdiğini söyledi, halinden bir şi- kâyeti olmadığını, silahlı muhafızların salonda bulunmalarını da tabii karşıladığım bildirdi. Celâl Yardımcıdan başka sanıklar da Baş- kandan söz alarak mikrofon başına geldiler. Zeki Erataman, Hüseyin Ortakçıoğlu, Necraed- din Önder, Osman Turan.. Bunlar konuştukça sanıklar, salonun eski Meclisi andırır bir hava- ya büründüğünü hissediyorlardı. İhtimal oak- sam, koğuşlarına döndüklerinde belirttikleri kanaat, salona hakim oldukları kanaati bu ben- zetmenin de bir sonucudur. Sanıklara gazete verilmesi isteniliyordu, radyonun taraf tutan yayınları protesto ediliyordu, Yassıada Saatinin bantlarının Divan huzuruna getirilerek tetkiki talep olunuyordu, savunmaların hazırlanması için kanunlara, Meclis zabıtlarına, bir takım hukuk kitaplarına olan ihtiyaç söyleniliyordu. Bir ara “hepimizi hemen kursuna dizecekler" hissinin esiri olmuş, onun korkusunu yürekle- rinde duymuş kimseler için böyle bir mahkeme mutlulukların en ulusu ve istikbale daha iyim- ser bakmak için sebeplerin en mükemmeliydi. Adada kime ne muamele yapıldı, bilmem. Adaya, gelinceye kadar neler oldu, onu da bil- mem. Bunu taraflar, kendileri, bize anlatırlar. Ama adaletin önünde bu sanıklara, Menderes devrinde mahkemeleri düşenlere tanınan hakla- rın tanınmamış olduğunu söylemek bir insafın icabı olmaz. O ilk gün, bütün D.P. Grupu sabahleyin bu şekilde arz-ı endam ettikten sonra, öğleyi taki- ben bir başka davanın duruşmasına geçildi: Kö- pek Davası. Afgan Kralı Celâl Bayara bir af- gan tazısı hediye etmiş, o da bunu Atatürk Çiftliğindeki Hayvanat Bahçesine satmış, pa- rasıyla kendisinden istenilen bir çeşmeyi yap- tırtmış. Bu, bir suç sayılıyordu! Hem de ihtilâl mahkemesinde.. Hiç şüphesiz, Yassıadadan re- simler çekilip yayınlanmasının "onların aley- hinde" olduğunu mükemmelen gören Celâl Ba- yar, başlaya başlaya böyle bir duruşmanın baş- RM son derece keyif duyuyordu. Hal- "Yahu, bütün suçları bu muymuş?" diyece- inden emindi. Benim, M.B.K. üyesi Sami Küçükle tanış- mam böyle bir duruşma gününden dönüşte, va- purda oldu. Üst güvertenin arkasında oturuyor- duk ve davalardan konuşuyorduk. Sami Küçü- ğe Köpek Davalarına, Bebek Davalarına niçin lüzum hissettiklerini, neden ciddi bir Anayasa- 115

Bu sayıdan diğer sayfalar: